22. Görmeyen Gözlerin Işığı
Bu hikayenin kaynağı Dr. Aladdin Ali'nin "İlham Verici Hikayeler ve Büyük Anlamlar" adlı kitabıdır.
"Hayatın zorluklarıyla karşılaştığımızda, kelimelerin gücünü unutmayalım. Empati kurarak başkalarına destek olalım ve umudu canlı tutalım... İyi seçilmiş kelimeler, bir insanın zihninde canlı görüntüler oluşturabilir, duygularını değiştirebilir ve hatta hayatına yeni bir anlam katabilir."
Hikaye
Vaktin ağır aktığı, duvarların insana kendi iç sesinden başka yoldaş bırakmadığı bir darüşşifa odasında, kaderleri hastalık yatağında kesişmiş iki ihtiyar adam vardı. Biri, Arif Bey, diğeri ise Kenan Bey. Bedenleri dermanını yitirmiş olsa da, ruhları henüz son sözünü söylememişti. Kenan Bey’in yatağı duvara dönüktü; onun için dünya, odanın isli beyaz tavanından ve Arif Bey’in anlatacaklarından ibaretti. Arif Bey’in yatağı ise pencerenin hemen yanındaydı. Her gün, öğle vaktinden ikindiye sarkan bir saatlik bir müddet, yatağında doğrulup o pencereden dışarı bakmasına izin verilirdi. İşte o bir saat, odanın kupkuru sükûtuna can suyu olurdu.
Arif Bey, o bir saatlik zaman diliminde, sıradan bir hasta olmaktan çıkar, kelimeleriyle bir dünya nakşeden bir nakkaşa dönüşürdü. Kenan Bey’in görmeyen gözleri, onun gören kalbi olurdu.
“Bugün göl bir başka güzel, Kenan Bey,” diye başlardı söze. Sesi, kurumuş bir dere yatağında yeniden akan suyun şırıltısı gibiydi. “Ördekler suya nasıl da dalıp çıkıyor, sanki suyun altındaki sırları birbirlerine fısıldıyorlar. Kıyıda küçük çocuklar var, babalarının yaptığı kağıttan gemileri yüzdürüyorlar. Kahkahaları, odamızın şu tekdüze havasına karışsa keşke... Yaşlı bir karı koca da banka oturmuş, ellerinde birer simit, suskun bir muhabbetle etrafı seyrediyorlar. Ne çok şey biriktirmiştir o sükût, kim bilir...”
Kenan Bey, gözlerini yumar, zihnini Arif Bey’in sesine teslim ederdi. O an, yatağının çaresizliğinden kurtulur, o göl kenarında gezinirdi. Güneşin sudaki pırıltısını teninde hisseder, çocukların neşesini ruhunda duyardı. Arif Bey, açan çiçeklerin renklerini, ağaçların rüzgârdaki bilge salınışını, yoldan geçen bir satıcının nidasını öyle bir anlatırdı ki, Kenan Bey o manzarayı yaşamış kadar olurdu. Bu, bir tasvirden öte, bir ikramdı; cömert bir gönülden, muhtaç bir gönüle uzatılan bir demet umuttu.
Günler haftaları, haftalar ayları kovaladı. Kenan Bey, o bir saatlik pencere seanslarını bekler oldu. O saatler, onun için bir imtihan olan bu odada sabrının mükafatıydı. Arif Bey’in anlattığı her detay, ruhunun kuytularına sızan bir şifaydı.
Fakat her başlangıcın bir sonu olduğu gibi, her misafirliğin de bir vedası vardı. Bir gece yarısı, Arif Bey, geldiği gibi sessizce, kimseyi incitmeden bu fani konaktan göçüp gitti. Vefat haberi, Kenan Bey’in kalbine ağır bir taş gibi oturdu. Yoldaşını, sırdaşını, ona bir pencereden koca bir âlem hediye eden dostunu kaybetmişti.
Birkaç gün sonra, içindeki hasret ve merakla hemşireden bir ricada bulundu: “Mümkünse,” dedi titreyen bir sesle, “beni Arif Bey’in yatağına, o pencerenin kenarına alabilir misiniz? Onun gördüklerini bir kez de ben görmek isterim.”
Hemşire, bu masum isteği kırmadı. Kenan Bey, büyük bir zahmetle yeni yatağına taşındı. Kalbi heyecanla çarpıyordu. O bir saatlik kutsal vakit geldiğinde, tüm gücünü toplayarak yatağında doğruldu ve pencereye doğru baktı.
Fakat gördüğü, hayallerindeki o canlı park, o masmavi göl değildi.
Gördüğü, pencerenin hemen önünü kaplayan, soğuk, kaskatı ve kör bir tuğla duvardı.
Bir an nefesi kesildi. Zihni bulandı. Bu nasıl olabilirdi? O rengârenk çiçekler, o neşeli çocuklar, o vefalı aşıklar... Hepsi bir yalan mıydı? Hayal kırıklığının ve aldanmışlığın verdiği bir sarsıntıyla hemşireyi çağırdı. “Bu... bu duvar da ne?” diye sordu. “Arif Bey... O bana her gün bir parkı anlatırdı.”
Hemşirenin yüzüne hüzünlü bir tebessüm yayıldı. Şefkatle Kenan Bey’in elini tuttu ve sırrı fısıldadı:
“Kenan Bey,” dedi yumuşak bir sesle. “Arif Bey, size bütün o güzellikleri anlatırken, aslında kendisi de görmüyordu. O, doğuştan âmâ idi.”
Kenan Bey donakaldı. Gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Ama bu yaşlar, hayal kırıklığının değil, minnetin ve idrakin yaşlarıydı. O an anladı ki, Arif Bey ona pencereden görüneni değil, kendi gönül penceresinden süzüleni anlatmıştı. Ona bir manzarayı değil, zorluklar içinde bile güzellikleri görebilen, yokluk içinde bile cömert olabilen bir ruhun zenginliğini hediye etmişti. O kör duvarı, arkadaşının hatırına bir umut bahçesine çevirmişti.
Kenan Bey, yeniden duvara baktı. Artık o duvar ona soğuk ve anlamsız gelmiyordu. O duvar, dünyanın en güzel manzarasıydı. Çünkü o duvar, bir insanın başka bir insana sırf "gönlü olsun" diye, karşılıksız bir merhametle nasıl bir dünya inşa edebileceğinin sessiz ve yüce bir anıtıydı. Ve anladı ki, asıl görmek, gözle değil, gönülle olandı.
Hikâyeden Süzülen Bilgece Söz
- Görmek, baktığına mana katabilmektir; en keskin göz, kalp gözüdür.
- Kelimeler, ruhun ya merhemi ya da hançeridir. Onlarla bir kör duvara bahçeler çizebilir veya bir bahçeyi çöle çevirebilirsin.
- En büyük cömertlik, “yok” iken “var” olanı, yani umudu ve hayali paylaşmaktır.
- Hakikat, sadece olan değil, bazen de şefkatle ve merhametle oldurulan şeydir.
- İnsanın insana en büyük hediyesi, ona kendi hayallerinden bir parça hediye edebilmesidir.
- Gerçek zenginlik, neye sahip olduğunla değil, neyi paylaşabildiğinle ölçülür; Arif Bey, görmeyen gözlerine rağmen bir dünyayı paylaşacak kadar zengindi.
- En aşılmaz duvarlar, tuğladan örülenler değil, zihne ve kalbe örülenlerdir. Ve o duvarları yıkacak tek güç, bir başkasının gönlüne dokunabilmektir.
- Bazen en büyük şifa, bir ilaçta değil, bir dostun samimi bir sözünde gizlidir.
- Fedakârlık, bir başkasının karanlığını aydınlatmak için kendi içindeki ışıktan vazgeçmek değil, o ışığı paylaşarak daha da parlak hale getirmektir.
- Bir insanın bıraktığı en büyük anıt, taşa kazıdıkları değil, kalplere çizdiği manzaralardır.
Türk Gençlerine Yönelik Pratik Öneri
- Kelimelerinin Gücünü Keşfet: Gün içinde bilinçli olarak kelimelerini yapıcı kullan. Sosyal medyada yorum yaparken, arkadaşlarınla konuşurken, birinin moralini bozmak yerine ona umut verecek, onu değerli hissettirecek bir cümle kur. Birinin gününü bir cümleyle aydınlatabileceğini unutma.
- Görünüşün Ötesine Bak: İnsanları statüleri, dış görünüşleri veya popülerlikleri ile yargılama. Her insanın içinde, Arif Bey gibi, anlatılmayı bekleyen bir dünya ve zenginlik olabileceğini hatırla. Tanımak için zaman ayır, dinle ve anla.
- Varlığınla Cömert Ol: Cömertlik için zengin olman gerekmiyor. Maddi imkânın olmasa bile, vaktini, bilgini veya sadece dinleme yeteneğini bir başkasına hediye et. Derslerinde zorlanan bir arkadaşına yardım etmen, yalnız hisseden birini araman en büyük cömertliktir.
- Umut İnşa Et: Çevrende karamsarlığa düşmüş, geleceğe dair endişeli bir arkadaşın olduğunda, onun "Arif Bey'i" ol. Ona sadece sorunları değil, imkânları ve güzellikleri de göster. Onun için bir umut penceresi arala.
- Kendi "Duvarlarını" Güzelleştir: Hayatında karşılaştığın engelleri, zorlukları (sınav stresi, gelecek kaygısı, başarısızlıklar) sadece bir "tuğla duvar" olarak görme. Bu duvarı, içindeki potansiyeli ve yaratıcılığı kullanarak bir fırsata, bir öğrenme alanına dönüştür.
- Empatiyi Kas Gibi Geliştir: Bir başkasının durumunu sadece anlamaya çalışma, hissetmeye gayret et. "Onun yerinde olsaydım ne hissederdim?" sorusunu kendine sor. Bu, Kenan Bey'in Arif Bey'in anlattıklarını yaşaması gibi, seni başkalarının dünyasına misafir eder.
- Sessiz Hizmetin Değerini Bil: Yaptığın her iyiliği ilan etmek, her yardımını göstermek zorunda değilsin. Arif Bey gibi, kimsenin bilmediği, karşılık beklemediğin, sadece bir başkasının "gönlü olsun" diye yaptığın küçük iyilikler, karakterinin en sağlam anıtları olur.
- İç Dünyanı Zenginleştir: Seni besleyen kitaplar oku, filmler izle, sanatla ilgilen, düşün. Kendi "gönül penceren" ne kadar zengin olursa, hem kendine hem de başkalarına anlatacağın o kadar çok güzellik birikir.
- Şükran Günlüğü Tut: Arif Bey kördü ama olmayan gözleriyle gördüğü hayali güzellikler için bir şükran içindeydi. Sen de sahip olduğun nimetleri fark et. Her gün, minnettar olduğun üç şeyi yaz. Bu, bakış açını olumsuzdaki boşluktan, olumludaki zenginliğe çevirecektir.
- Dinlemeyi Öğren: Kenan Bey, sadece dinleyerek bütün bir dünyayı yaşadı. İyi bir dinleyici olmak, karşındakine verebileceğin en değerli hediyelerden biridir. İnsanları sözünü kesmeden, yargılamadan, tüm dikkatini vererek dinle. Onların kalplerindeki manzarayı ancak böyle görebilirsin.
Şiirle çarpan bir gönül
KALP GÖZÜNÜN CİHÂNI
Şifa yurdu odada / vardı iki hasta can,
Biri Arif Bey idi / yoldaşı olan Kenan.
Kenan’ın yatağından / görünürdü bir tavan,
Arif penceredeydi / görürdü sanki cihan.
Her öğlen vakti Arif / olurdu tercüman,
Dışarıyı anlatır / dostu için her zaman:
“Göl üstünde ördekler / ne de hoştur o an,
Çocuklar güler, âşık / çiftler oturur inan.”
Kenan gözü kapalı / dinler, bulur heyecan,
Zihninde canlanırdı / Arif’in sözüyle o an.
Odasının duvarı / olurdu bir gülistan,
Bu sözlerdi ruhuna / şifa veren tek derman.
Bir gece vakti Arif / göçtü bu fani handan,
Kenan’ın yüreğine / çöktü bir acı, duman.
Dedi: “Beni götürün / o pencereye, aman,
Onun gördüklerini / göreyim ben bir zaman.”
Zahmetle taşıdılar / yatağına o yatan,
Heyecanla doğrulup / baktığında o can,
Gördü ki karşısında / bir kör duvar var yayan,
Ne bir göl ne bir bahçe / hepsi bir hayal, yalan.
Hemşire fısıldadı / gerçeği ona o an:
“Arif Bey görmez idi / doğuştandı bu noksan.”
Kenan anladı, yaşlar / boşandı gözlerinden o an,
Dostu kör gözleriyle / ona olmuştu cihan.
Gördün mü söz ne güçtür / hem yara hem de derman,
Bir gönül yapmak için / nasıl olur bir umman.
Asıl görmek göz ile / değil, kalple her zaman,
Yoklukta cömert olmak / en büyük şeref ve şan.
O kör duvarı etmiş / dostuna bir gülistan,
Merhametle yeşertmiş / umudu o kahraman.
Aldanmak değil bu, bil / en yüce bir armağan,
Sevgiyle bakan göze / diken gül olur inan.
Ey benim asil gencim / geleceğe can katan,
Hayat bir duvar örse / sakın vazgeçme, dayan.
Senin de yüreğinde / nice bahçeler yatan,
Gönül gözünü aç da / karanlık bulsun ziyan.
İyilikle, sevgiyle / ol sen de bir kahraman,
Bir tebessüm, bir tatlı / sözdür en büyük unvan.
Kendi kıymetini bil / sendedir gizli olan,
Sensin bu kutlu yurda / en değerli armağan.
Gönül Penceresi
Şifa yurdu odada / paylaştılar bir özü,
Biri Arif Bey’di ki / baldan tatlıydı sözü.
Kenan’ın yatağında / tavandaydı hep gözü,
Arif’in penceresi / sanki dünyanın yüzü.
Arif her öğlen vakti / döktürürdü tatlı sözü,
Dostuna anlatırdı / hayatın gülen yüzü:
“Gölün üstü bir cennet / kamaştırıyor gözü,
Âşıklar fısıldaşır / bu sevdanın tam özü.”
Kenan dalıp giderdi / yumunca iki gözü,
Zihninde canlanırdı / anlatılan her sözü.
Odanın dört duvarı / sanki cennetin yüzü,
Arif’in nefesiydi / şifanın sanki özü.
Bir gece vakti Arif / yumdu dünyaya gözü,
Kenan’ın yüreğine / oturdu derdin közü.
Dedi: “Götürün beni / göreyim son bir yüzü,
Dostumun penceresi / hayatımın tek özü.”
Zahmetle vardığında / nemliydi iki gözü,
Kalbinde canlanırdı / dostunun her bir sözü.
Baktı ki karşısında / duvarın o donuk yüzü,
Anladı ki gerçeğin / bambaşkaymış asıl özü.
Hemşire fısıldadı / hakikatin son sözü:
“Arif Bey görmez idi / âmâydı onun gözü.”
Kenan o an anladı / merhametin gülen yüzü,
Kör bir dostun kalbiymiş / cihanın gerçek özü.
Asıl görmek değilmiş / bedendeki bu gözdür,
Gönül penceresiyle / söylenen en hoş sözdür.
Kör bir duvarı bile / yeşerten yanan közdür,
Merhamet bu dünyada / mucizenin ta özüdür.
Yoklukta varlık sunmak / cömertliğin tam yüzüdür,
Bir kalbi yeşertmek ki / sevginin en saf özüdür.
Aldanmak sanma bunu / bu, vefanın son sözüdür,
Dostun için yaptığın / fedakârlığın özüdür.
Ey genç yoldaşım, dinle / bu kıssanın son sözünü,
Hayat önüne örse / duvarların en düzünü,
Karamsarlık bürüse / umudunun gülen yüzünü,
Kaybetme yüreğinde / sakladığın o cevher közünü.
Senin de gönül gözün / görsün hayatın özünü,
Bir tatlı kelimeyle / güldür bir dostun yüzünü.
İyilikle aydınlat / gecenin en kara yüzünü,
Unutma, sensin millet / ağacının en sağlam özü.
Erişim Bağlantıları
Hikayenin sesli, görüntülü ve yazılı versiyonlarına aşağıdaki platformlardan ulaşabilirsiniz:
Telif Hakkı © 2025, Dr. Aladdin Ali'in orijinal metninden ilhamla, Dr. Aladdin Ali tarafından yapılan bu edebi tercüme ve yeniden yorumlamanın tüm hakları mahfuzdur. İçeriğin, kısmen veya tamamen, yazarın yazılı izni olmaksızın kullanılması, kopyalanması veya yeniden yayımlanması, bu edebi ve ilmî çalışmaya gösterilen emeğin ve fikrî mülkeyetin korunması amacıyla yasaktır.
