23. Balıkçı ve Şafağın Elmasları
Bu hikayenin kaynağı Dr. Aladdin Ali'nin "İlham Verici Hikayeler ve Büyük Anlamlar" adlı kitabıdır.
"Hayat bir yolculuktur ve bu yolculukta en önemli şey, yaşamayı bilmektir. Fırsatları değerlendirmek, umudunu kaybetmemek, anı yaşamak ve sahip olduklarımızın kıymetini bilmek bize huzur ve mutluluk getirecektir. Unutmayın, giden gitmiştir, ama gelecek olanları dört gözle bekleyin."
Hikaye
Derler ki, zamanın birinde, nehir henüz uykudayken ve kâinat seher vaktinin o mahmur sessizliğine bürünmüşken, ihtiyar bir balıkçı nasibini aramaya indi suyun kenarına. Aklı, evde bekleyen yavrularının rızık endişesinde, kalbi ise her şeye rağmen Rezzâk olan Rabbine tevekkül içindeydi. Alnındaki her bir çizgi, sabırla çekilmiş bir besmele gibiydi. Günlerdir ağları boş dönüyordu, lakin o, umudunu değil, sadece ağlarını suya bırakıyordu.
Tam o sırada, ayağının dibinde, gecenin karanlığına emanet edilmiş ağır bir çuvala takıldı gözleri. Ne bir sahibi vardı ne bir bekleyeni. Merakla ağzını araladığında, avuçlarını serin ve pürüzsüz taşlar doldurdu. O an, kalbine ne bir şüphe düştü ne de bir tefekkür. Zihni, rızık kaygısının yorgunluğuyla bulanıktı.
Şafağın o alaca vaktinde, ruhuna musallat olan bir meşgale ile başladı taşları birer birer nehrin serin sularına fırlatmaya. Her bir taşın suya düşerken çıkardığı o tok ses, zihnini uyuşturan bir zikre dönüştü; ama bu, gafletin zikriydi. Her “çlap” sesiyle, aslında kendisine bahşedilmiş nasibin bir parçasını, bir anını, bir imkânını hiç düşünmeden feda ediyordu. Elindeki nimetin farkında olmadan, onu ziyan etmenin o anlık, anlamsız hazzına dalıp gitmişti. Bu, en büyük israf idi; malın değil, marifetin israfı.
Nihayet, güneş hakikatin bir sırrı gibi yavaşça perdelerini aralayıp da ufku nurdan bir çizgiyle yardığında, balıkçının gözü, avucunda unuttuğu son taşa ilişti.
Gördüğü şeyle kanı dondu, nefesi kesildi. Güneşin ilk ışıkları, o son taşı binlerce parçaya bölerek parlıyordu. O, sıradan bir çakıl değil, göz alıcı bir elmastı. O an anladı ki, karanlıkta çakıl taşı sandığı her bir nesne, aslında avuçlarına bırakılmış birer nimet, birer ilahi cevherdi.
Nedametin yakıcı ateşi bir anda bütün benliğini sardı. Gaflet perdesi kalkmış, hakikat bütün çıplaklığıyla yüzüne bir tokat gibi inmişti. İsraf ettiği sermayenin büyüklüğü karşısında dizlerinin bağı çözüldü. Gözlerinden yaşlar, az evvel elmasları yutan nehre karıştı. Bir anlık yeise, umutsuzluğa kapılır gibi oldu.
Ama avucunda sımsıkı tuttuğu o tek elmas… İşte o, sadece bir servet değildi. O, tövbenin sermayesi, yeise düşmemenin delili, her şeye rağmen Rahmet kapısının aralık olduğunun nişanıydı. Kaybettiği koca bir servetti, evet; ama elinde kalan, o servetin varlığına şahitlik eden bir hidayet nuruydu.
Balıkçı o gün anladı ki, insanoğlunun en büyük imtihanı, karanlıkta eline verileni tanımaktır. Ve en büyük nasibi ise, bütün sermayesini ziyan ettikten sonra bile, avucunda tövbe edecek bir cevher bulabilmektir. Çünkü şafak, yalnızca günü aydınlatmaz; bazen de gaflet uykusundaki ruhları uyandırır.
Hikâyeden Süzülen Bilgece Söz
- Gaflet karanlığında her nimet bir çakıl taşıdır; marifetin güneşi doğana dek, avucundakinin bir cevher olduğunu bilemezsin.
- En tehlikeli israf, bir anın kıymetini bilmeden onu geleceğin belirsizliğine fırlatmaktır; zira nehre atılan her taş, geri dönmez.
- Nedametin ateşi, gafletin buzunu eriten tek alevdir. O ateşin acısı olmadan, insan donmuş bir kalple yaşar gider.
- Gerçek zenginlik, çuvalın dolu olması değil, elindeki tek bir taşın dahi elmas olduğunu görebilen bir göze sahip olmaktır.
- Avucundakinin kıymetini anlamak için güneşin doğuşunu bekleme. Zira güneş doğduğunda, elinde kıymetini bileceğin pek az şey kalmış olabilir.
- Gafletin en tatlı ninnisi, alışkanlığın tekdüze ritmidir. Ruhunu bu ninniyle uyutan, şafağın hakikatine uyanamaz.
- Kaybettiğin hazinelerin yasını tutarken, avucunda kalan tek bir cevheri unutma. O, geçmişin enkazı değil, geleceğin sermayesidir.
- Rızık, bazen bir çuval dolusu elmas kılığında gelir ve şükürle değil, gafletle karşılanırsa, imtihan kaybedilmiş demektir.
- Karanlık, kıymeti gizleyen bir perdedir. Bir şeyin hakikati, kendi parlaklığında değil, üzerine vuran ışığın kudretinde saklıdır.
- İnsan iki hâl üzeredir: Ya gecenin karanlığında elmasları nehre fırlatan akılsızdır ya da şafağın aydınlığında elinde kalan tek bir cevhere şükreden arif.
Türk Gençlerine Yönelik Pratik Öneri
- Vaktini ekranın soğuk ışığına fırlatan insan, nehir kenarındaki balıkçıdan farksızdır; ikisi de, şafak vaktinde (bir kriz anında) neyi israf ettiğini anlar.
- Serveti, takipçi sayısında ve ‘beğeni’lerde arayanlar, elmasları çakıl taşı sananlardır. Asıl hazine, bir gönülde kök salan samimi bir ‘Allah razı olsun’ duasıdır.
- Çağımızın gafleti, ‘yoğunum’ kelimesinin arkasına gizlenir. Oysa asıl yoğunluk, kalbin Allah’ı zikretme ve nimete şükretme meşguliyetidir.
- Kariyer basamaklarını tırmanırken feda ettiğin her an, nehre atılmış bir elmastır. Zirveye vardığında avucunda bulduğun tek cevher, çoğu zaman ihmal ettiğin ailenin sevgisidir.
- Bildirim seslerinin ritmiyle ruhunu uyutanlar, balıkçının gaflet uykusundadır. Hakiki ‘uyanış’ ise, ancak telefonu sessize alıp kalbinin sesini dinleyince başlar.
- Sağlık, bedenin sessiz bir şükrüdür; kıymeti ancak doktorun odasındaki ‘şafak’ sökünce anlaşılan en parlak elmas gibi.
- Modern hayat, sana sürekli yeni ve parlak ‘taşlar’ sunar. Arif o kimsedir ki, bir seccade üzerindeki huzurun, en şatafatlı vitrindeki elmastan daha kıymetli olduğunu bilir.
- Tövbenin ilk adımı, seni gaflete düşüren o sahte ‘nehirden’—dijital akıştan ve boş meşgalelerden—uzaklaşmaktır. Kendi sessizliğinde, elinde kalan tek elması fark edersin.
- Çevrendeki her bir dost, sana emanet edilmiş bir ‘cevher’dir. Onları basit kırgınlıklarla hayatından çıkardığında, aslında kendi manevi sermayeni israf edersin.
- Asıl imtihan, çuvalın içindekilerle değil, o çuvalı sana unutturan dünyanın albenisiyle başlar. Gözünü oyalayan her parlaklık, seni asıl Nur’dan uzaklaştırır.
Şiirle çarpan bir gönül
ŞAFAĞIN ELMASLARI
Bir balıkçı vardı, yorgun ve perişan,
Nehir kıyısında beklerdi her zaman.
Gönlü umut yüklü, nasibi pek yavan,
Ağları boş döner, derdi ona yaman.
Şafak sökmeden önce, buldu bir armağan,
Terk edilmiş bir çuval, sırrı içinde yatan.
Zannetti ki çakıldır, geceye aldanan,
Kalbi merakla doldu, nedir diye soran.
Karanlık sulara, bir bir onu atan,
Serin bir pürüzsüzlük, avucunu saran.
Savurdu nehre doğru, ritme kendini katan,
Her biri bir hüzündü, sulara karışan.
Güneş ufuktan doğdu, nurunu parıldatan,
Yeryüzü aydınlandı, altın rengi saçan.
Dalmışken rüyasından, uykusundan kalkan,
Baktı ki çuval bomboş, kalbi hızla çarpan.
Avucunda bir tane, o geceden kalan,
Taş sandığı o nesne, elinde parlayan.
Meğer bir elmas imiş, gözlerini alan,
Yitip giden servetti, bir ömre bedel olan.
Pişmanlık bir ateş ki, yüreğini yakan,
Gözlerinden yaş indi, sel olup da akan.
Bir hazine kaybetmiş, gafletine kanan,
Karanlığa fırlatmış, derdine yok derman.
Fakat sonra duruldu, umut ile dolan,
Elinde bir elmas var, hâlâ ışık sunan.
Görmüştü o şafağı, geceden kurtulan,
Her yeni gün bir fırsat, ey ruhu uyanan!
Ey genç yolcu, dinle bu kıssadan olan:
Hayat bir çuvaldır ki fırsatlarla dolan.
Taş sanıp atarsın, kıymetini anlamadan,
Anlarsın geç olunca, her şey olur ayan.
Giden gitmiş ey dost, artık boştur ağlayan,
Gelecek günlere bak, şafağı karşılayan.
Elindeki elması gör, ol sen onu parlatan,
Yaşamayı bilmektir, bu dünyada kazanan.
ŞAFAĞIN ELMASLARI
Gönlü kederle dolmuş // bir balıkçıydı yanan,
Ağları bomboş dönmüş // zordu geçmekte zaman.
Rızkı için beklerken // kıyıya vurdu umman,
"Medet!" diye inlerken // bir çuval gördü o an.
Ağır çuvalı aldı // nedir bu imtihan,
Taşlarla dolu sandı // etmeden zerre güman.
Dedi, "Şafak sökerken // anlarım nedir olan,"
Oysa karanlıkta bir // gizliydi o armağan.
Gafletin perdesiyle // sarılmıştı her bir yan,
Fırlattı suya taşı // sessizlik oldu talan.
Biri gitti, diğeri // peşindeydi her zaman,
Bu oyuna dalmıştı // ne akıl ne de vicdan.
Ufukta gün ağardı // yandı gök, geçti bir an,
Çuval bomboş dururken // elinde tek bir kalan.
Baktı ki o taş değil // parlak bir elmas, yanan,
Kalbine bir ok saplandı // can evinden o zaman.
"Bir serveti attım ben // suya!" dedi, perişan,
Gözyaşları sel oldu // ruha çökünce tufan.
Akılsız başa döndü // pişmanlıkla kavrulan,
Karanlıkta yitmişti // nasip denen kahraman.
Lakin bir elmas vardı // elinde ona kalan,
Hem şafağı görmüştü // o en umutlu zaman.
Umutsuzluk içinde // doğar elbet bir derman,
Kaybına yanma dedi // geleceğe sen inan!
Ey genç, senin ömründür // o nehirdeki umman,
Fırsatlar bir çuvaldır // sana sunulan her an.
Gafletle atma suya // taş sanıp parlayan can,
Her nefes bir elmastır // Hakk'tan sana armağan.
Geçmişe hayıflanma // giden getirmez derman,
Avucunda tuttuğun // o ân'a ol sen kurban.
İşte budur kemalat // anla, ey civanmert can,
Değerini bilenin // olur iki cihan.
Erişim Bağlantıları
Hikayenin sesli, görüntülü ve yazılı versiyonlarına aşağıdaki platformlardan ulaşabilirsiniz:
Telif Hakkı © 2025, Dr. Aladdin Ali'in orijinal metninden ilhamla, Dr. Aladdin Ali tarafından yapılan bu edebi tercüme ve yeniden yorumlamanın tüm hakları mahfuzdur. İçeriğin, kısmen veya tamamen, yazarın yazılı izni olmaksızın kullanılması, kopyalanması veya yeniden yayımlanması, bu edebi ve ilmî çalışmaya gösterilen emeğin ve fikrî mülkeyetin korunması amacıyla yasaktır.
