28. Arif Usta’nın Üç Kalburu
"Hakikatten, iyilikten ve faydadan yoksun bir kelime, sadece başkasının gönlünü kırmakla kalmaz, en evvel söyleyenin ruhuna atılmış bir çentiktir. Bu yüzden sükût, bazen en bilgece cevaptır; çünkü o, kirlenmemiş bir niyetin ve korunmuş bir kalbin sessiz yeminidir."
Hikaye
Zamanın, ağır adımlarla yürüdüğü, her dükkânın bir irfan mektebi olduğu eski İstanbul çarşılarından birinde, cilt sanatının pîri Arif Usta adında bir zât yaşardı. Onun dükkânı, sokağın gürültüsünden sıyrılıp sükûnete sığınan küçük bir liman gibiydi. Deri kokusu, taze tutkal ve eski kâğıtların rayihası, duvarlara sinmiş hikmetle harman olurdu. Arif Usta, sadece kitapların yıpranmış kapaklarını değil, sanki insanların yorgun ruhlarını da tamir ederdi.
Bir ikindi vakti, güneşin ışıklarını dükkânın içine birer altın iplik gibi gönderdiği bir anda, mahalleden telaşlı bir adam, soluk soluğa içeri daldı. Yüzünde, hem önemli bir sırrı taşımanın ağırlığı hem de onu ilk paylaşacak olmanın getirdiği o çocuksu heves vardı.
"Arif Ustam!" diye atıldı. "Haberin var mı? Yanında çalışan kalfalardan biri hakkında neler duydum, bir bilsen..."
Sözcükler, adamın ağzından dökülmek için sabırsızlanan birer taş gibiydi.
Arif Usta, elindeki sedef kakmalı cildi yavaşça tezgâhın üzerine bıraktı. Aceleyle gelen adama yer gösterip bir an soluklanmasını bekledi. O telaşlı ruh yatışmadan söylenecek sözün de havada asılı kalacağını bilirdi. Sonra, her zamanki yumuşak ve derin bakışlarıyla adama döndü:
"Hevesini anlarım komşu," dedi, sesinde azarlamaktan çok şefkat vardı. "Lakin ağzından çıkacak o sözü benim kulağıma emanet etmeden evvel, gel onu benim üç kalburumdan bir geçirelim. Bakalım, tanesi mi kalacak, samanı mı?"
Adam, merakla doğruldu.
Arif Usta, ilk parmağını kaldırdı. "İlk kalburumuz Hakikat kalburudur. Bana söyleyeceğin bu sözün, zerresinden küresine kadar doğru olduğundan emin misin? Onu bizzat gözlerinle görüp kulaklarınla mı işittin, yoksa bir başkasının dilinden savrulan bir rüzgâr mı getirdi sana?"
Adam bir an duraksadı. Yüzündeki o kendinden emin ifade dalgalandı. "Yani, doğrusu ben de bir mecliste duydum... Anlatanın yalancısıyım derler ya..." diye kekeledi.
Arif Usta, bilgece tebessüm etti. "Öyleyse," dedi. "Sözünün ilk kalburdan geçemeyen, samanı bol bir harman olduğunu anlıyoruz. Ama dur, belki diğerlerinde bir cevher vardır."
İkinci parmağını kaldırdı. "İkinci kalburumuz, İyilik kalburudur. Peki, bu söyleyeceğin şey, o kalfa hakkında hayırlı bir söz müdür? Onun haysiyetine bir nakış mı işler, yoksa şerefinin kumaşında bir sökük mü açar? Bu söz, duyanın gönlüne iyilik mi eker, kötülük mü?"
Adamın başı bu defa iyice önüne eğildi. Sesi, yerdeki bir toz zerresi kadar cılız çıkıyordu. "Hayır ustam, pek öyle sayılmaz. Hatta tam tersi..."
Arif Usta'nın bakışları daha da derinleşti. Sanki adamın sadece sözünü değil, niyetini de tartıyordu.
"Gelelim son kalbura," diyerek üçüncü parmağını da kaldırdı. "Bu da Fayda kalburudur. Farz edelim ki anlattığın hem doğru hem de iyi bir söz. Peki, bunu benim bilmemin bana, o gence veya bir başkasına bir faydası dokunur mu? Bu bilgiyle benim gönlüm mü ferahlayacak, yoksa o gencin yürüyüşü mü düzelecek? Kırık bir bardağı tamir mi edecek, yoksa sadece etrafa cam kırıkları mı saçacak?"
Adam, artık diyecek tek bir kelime bulamadı. Yüzündeki heves ateşi sönmüş, yerini mahcubiyetin serin gölgesi almıştı. Sessizce başını salladı. Anlamıştı ki, elindeki heybe, faydasız, sevimsiz ve aslı belirsiz bir yükten başka bir şeyle dolu değildi.
Arif Usta, ayağa kalkıp adamın omuzuna dostça dokundu. Sesindeki bilgelik, şimdi bir baba nasihati kadar sıcaktı:
"Gördün mü komşu?" dedi. "Bir söz ki hakikat testisini doldurmuyor, iyilik pınarından içmemiş ve fayda toprağında yeşermeyecek... Öyle bir sözün yükünü ne kendi diline yükle, ne de başkasının kulağına."
Usta, bir an durup pencereden dışarı, hayatın akışına baktı ve ekledi:
"Ve unutma, bu üç kalburdan geçirdikten sonra bile kendine sorman gereken iki sual daha vardır: 'Bu sözü taşımak bana mı düştü?' ve 'Vakti, şimdi miydi?' Bazen en doğru söz bile, yanlış bir dilde veya zamansız söylendiğinde en büyük yanlışa dönüşür."
O adam, Arif Usta'nın dükkânından çıktığında, girdiği andaki adam değildi. Dilin, kılıçtan keskin bir yara da açabildiğini, bir merhem de olabildiğini o gün anlamıştı. Artık biliyordu; hikmet, çok bilmekte değil, bildiğini ne zaman, nasıl ve en mühimi, hangi gönülle söyleyeceğini bilmekte saklıydı. Çarşının gürültüsü ona artık farklı şeyler fısıldıyordu.
Hikâyeden Süzülen Bilgece Söz
- Dilinden dökülen her kelime, ya bir gönül yapar ya da bir duvar örer. Seçim, her an senindir.
- Hakikat, sahibini arayan bir emanettir; onu bulan, layıkıyla ve adabıyla taşımalıdır.
- İyilikten süzülmemiş söz, en saf suda bile bulanıklık yaratır; en berrak niyeti bile kirletir.
- İnsanın en zorlu yolculuğu, dilinin ucuna gelenle kalbinin derinliğindeki niyet arasındaki mesafedir.
- Sükût, boş bir kuyu değil, içi hikmet dolu bir hazinedir. Onu ancak arif olanlar açabilir.
- Her duyduğunu söylemek, rüzgârın taşıdığı her tohumu toprağına ekmeye benzer; neyin yeşereceğini asla bilemezsin.
- Aklın bir terazi, vicdanın bir kalbur olsun. Önce tart, sonra ele; geriye ne kalırsa, işte o söz senindir.
- Başkası hakkında konuşmak, kendi kandilindeki yağı, komşunun karanlığını aydınlatmak için değil, kendi evini ateşe vermek için kullanmaktır.
- Faydasız bilgi, paslanmaya mahkûm bir kılıçtır; ne sahibini korur ne de bir haksızlığı ortadan kaldırır.
- Gerçek bilgelik, kelimelerin gücünü bilip sükûtun erdemini seçebilmektir.
Türk Gençlerine Yönelik Pratik Öneri
- "Gönder" Tuşu Kalburu: Bir tweet atmadan, WhatsApp'ta bir mesajı "herkese ilet" yapmadan veya bir yoruma cevap vermeden önce 10 saniye dur. Kendine Arif Usta'nın üç sorusunu sor: Bu doğru mu? İyi niyetli mi? Bir faydası var mı?
- Dedikodu Orucu: Arkadaş ortamlarında birisi hakkında olumsuz konuşma başladığında, konuyu ustaca değiştirerek veya sadece sessiz kalarak "söz orucuna" gir. Negatifliğin yayılmasına aracı olma.
- Kaynak Dedektifliği: İnternette önüne düşen sansasyonel bir haberi veya bilgiyi hemen doğru kabul edip paylaşma. Kaynağını sorgula. "Hakikat Kalburu"nu bir dijital dedektif gibi kullan.
- Empati Filtresi: Bir eleştiri yapmadan veya birinin hatasını yüzüne vurmadan önce bir an dur ve düşün: "Bu sözler aynı şekilde bana söylenseydi ne hissederdim?" İyilik kalburu, en iyi empatiyle çalışır.
- "Bu İş Bana mı Düştü?" Kuralı: Başkalarının özel hayatı veya iki kişi arasındaki bir sorun hakkında fikir beyan etmeden önce kendine sor: "Bu konuyu konuşma sorumluluğu ve yetkisi bende mi?" Bu basit soru, seni birçok hatadan korur.
- Dijital Karakter İnşası: Unutma, internette yazdığın her kelime senin kalıcı dijital ayak izindir. Kelimelerin, senin dijital karakterini inşa eder. Onları bir usta gibi özenle seç.
- Dinleme Sanatı: İyi bir iletişimci, sadece güzel konuşan değil, aynı zamanda ne zaman ve nasıl susacağını bilen kişidir. Çevrendeki insanları gerçekten anlamak için dinle, cevap vermek için değil.
- Yapıcı Geri Bildirim: Bir arkadaşının veya çalışma arkadaşının bir eksiğini gördüğünde, amacın onu yermek değil, ona yardımcı olmak olsun. Sorunu değil, çözümü konuş. "Fayda Kalburu"nu burada devreye sok.
- Değer Odaklı Paylaşım: Sosyal medyayı sadece kendini göstermek için değil, aynı zamanda çevrene ilham, bilgi ve fayda sağlayacak içerikler paylaşmak için de kullan.
- Farkındalık Defteri: Bir hafta boyunca, söylemekten vazgeçtiğin veya söylemeden önce üç kalburdan geçirdiğin anları küçük bir deftere not al. Dilinin ve niyetinin ne kadar farkında olduğunu görmek seni şaşırtacak.
Şiirle çarpan bir gönül
ÜÇ KALBUR
Eski bir çarşıda bir arif usta olan,
Zamana hikmetle mühürlerini vuran,
Gönül onaran ve kitapları kaplayan,
Bir ulu çınar gibi köklerini salan.
Bir adam nefes nefese çıkageldi bir an,
Yüzünde bir hevesle kendini kaptıran,
"Duyduğum bir haber var kalfanızdan yaman,"
"Onu anlatmalıyım geçirmeden zaman."
Usta "Dur hele," dedi, "ey aceleci can,"
"Sözünü üç kalburdan geçirelim o an."
"İlki Hakikat'tir, söyle, var mıdır bir yalan?"
"Gözünle gördün mü hiç, yoksa bir zan mı sunan?"
"İkincisi İyilik'tir, hayır mı barındıran?"
"Bir gönül mü yapacak yoksa kalp mi kıran?"
"Üçüncüsü Fayda'dır, bir derde mi derman?"
"Bu sözden kim ne bulur, var mı bir kazanan?"
Adam sustu, başı önde, oldu çok pişman,
Sözleri kalburlarda elenip de kalan,
Yalnızca boş bir heves ve de koca bir ziyan,
Anladı ki dil yarası, zordur onaran.
Demek ki her duyulan değilmiş hak olan,
Her kelam değilmiş dermanını bulan,
Dil kılıçtan keskindir, ey bu sırra varan,
En büyük erdem sükût, bilgeye sır sunan.
Söz bir emanettir, onu hor kullanmayan,
İnsanın kıymetini lisanıdır tartan,
Boş laf rüzgâr gibidir, tozu dumana katan,
Hikmet ise bir nurdur, karanlığı yaran.
Ey fırtınalı gençlik, ey taze, coşkun kan,
Sözünü kalbinde tart, dile gelmeden o an,
Yalanın ortağı olma, gıybetten uzak duran,
Sen ol gönüller yapan, olma kalpleri kıran.
Klavyen kalburun olsun, parmağınla tartan,
Yazdığın her bir harf olsun sevgiyi yayan,
Faydasız her bilgiden bir dağ gibi kaçan,
Sen ol umudu seçen ve ileriye bakan!
Arif Usta'dan Gençliğe Destan
Kadim bir çarşıda, bir bilge insan,
Dükkânı huzurdu, ruhlara derman.
O Arif Usta'ydı, gönlü bir umman,
Ciltler onarırdı, geçerken devran.
Bir gün dükkânına, soluksuz varan,
Bir adam “İşittim,” dedi heyecan-
la dolu bir sesle, “kalfandan olan,
O kötü haberi, her yanda duyan…”
Usta sözü kesti, “Dur hele ey can,”
“Dilinden dökülen, olmasın ziyan.
Üç kalburum vardır, vicdanla tartan,
Önce sözü ele, kalmasın yalan.”
“İlki Hakikat’tir, var mıdır burhan?”
“Gözünle gördün mü, yoksa bir güman?”
Adam sustu, başı eğildi o an,
Belli ki sözleri, havada duran…
“İkincisi İyilik, sözünle yanan,
Bir gönül mü olur, yoksa bir viran?”
“Hayırlı bir söz mü, şeref kurtaran?”
Adamda kalmadı, ne ses ne beyan.
“Üçüncü Fayda’dır, anla her zaman,”
“Merhem mi yaraya, yoksa kanatan?”
“Bu sözden geriye, ne kalır, inan?”
Sessizlik bürüdü, o küçük mekân.
İşte kıssadan hisse, ey aklı uyan!
Dilin iki yüzlü, keskin bir kaman,
Bir yanı şifadır, bir yanı talan.
Her duyduğun sözü, eyleme destan,
Sorumluluk ister, her fani lisan.
Hikmet çok bilmekte, değildir her an,
Neyi susacağını, bilmektir irfan.
Niyetin halis mi, kalbin mi yanan?
Budur en kıymetli, büyük imtihan.
Ey asil gençliğim, ey taze fidan!
Hayat yollarında, sis varken, duman,
Ümidini kesme, Rabb’ine dayan.
Tuşlara basarken, geçerken zaman,
O üç kalbur olsun, aklında kalan.
Sözünle birleşsin, aklınla vicdan,
Ne gönül yıkılsın, ne de bir insan.
Kökünden beslen de, yüksel her zaman,
Gelecek seninle, aydınlık inan!
Erişim Bağlantıları
Hikayenin sesli, görüntülü ve yazılı versiyonlarına aşağıdaki platformlardan ulaşabilirsiniz:
Telif Hakkı © 2025, Dr. Aladdin Ali'in orijinal metninden ilhamla, Dr. Aladdin Ali tarafından yapılan bu edebi tercüme ve yeniden yorumlamanın tüm hakları mahfuzdur. İçeriğin, kısmen veya tamamen, yazarın yazılı izni olmaksızın kullanılması, kopyalanması veya yeniden yayımlanması, bu edebi ve ilmî çalışmaya gösterilen emeğin ve fikrî mülkeyetin korunması amacıyla yasaktır.
