29. Gönül Irmağı Üzerindeki Köprü
"Nefret duvarları değil, sevgi köprüleri inşa et. Kin beslemek yerine, bağışlamanın gücünü keşfet.
Dünyada duvarlara değil, köprülere ihtiyaç var. Kalpler arasındaki uçurumları aşmak için birbirimize uzanalım."
Hikaye
Anadolu’nun kalbinde, zamana direnen bir vadide, aynı toprağın bereketiyle yoğrulmuş, aynı pınardan su içmiş iki kardeş yaşardı: Kerim ve Halil. Ata yadigârı çiftlikleri, yalnızca karınlarını doyuran bir toprak parçası değil, ruhlarını besleyen, alın terlerini ve dualarını saklayan kutlu bir mekândı. Birlikte eker, birlikte biçerlerdi. Sabahın seherinde omuz omuza tarlaya yürürken attıkları adımlar, sanki toprağın kalbine vurulan aynı ritimdi. Onları ayıran daracık ırmak, ekinlerini suladığı gibi, kardeşliklerini de besleyen bir can damarı gibiydi.
Fakat en duru suya bile bir gölge düşebilirdi. Kalp toprağına ekilen en ufak bir şüphe tohumu, zamanla en vefalı bağları bile kemiren zehirli bir sarmaşığa dönüşebilirdi. Bir gün, hasadın hesabına dair küçük bir anlaşmazlık, nefsin fısıltısıyla büyüdü. Biri, tarlanın çamurunda geçen günlerinin; diğeri, pazarın tozunda harcadığı nefesinin hakkını daha üstün gördü. Kelimeler, anlamlarını yitirip birer taşa dönüştü ve birbirlerinin gönül aynasını kırdılar. O günden sonra aralarına, çiftliği bölen o cılız ırmaktan çok daha derin, çok daha soğuk bir sessizlik girdi. Artık aynı sofraya oturmuyor, aynı duaya “âmin” demiyorlardı.
Günlerden bir gün, ağabey Kerim’in kapısı usulca çalındı. Eşiğinde, yüzündeki çizgilerde yorgunluktan çok, bilgeliğin izlerini taşıyan yaşlı bir usta duruyordu. Gözlerinde asırların sükûneti vardı. İş aradığını söyledi. Kerim’in kalbinde biriken acı, bir sel gibi diline vurdu. Irmağın karşı yakasını işaret ederek, “Şu karşıdaki evde kardeşim oturur,” dedi, sesinde buzdan bir tını vardı. “Boş bir inat yüzünden küsüşüp kaldık. Gafletime yenildim, şimdi ise gururum el vermiyor bir adım atmaya. Senden istediğim, şu yığdığım taşlarla aramıza öyle yüksek bir duvar örmen ki, bir daha ne o benim yüzümü görsün, ne ben onun gölgesine rastlayayım.”
Yaşlı usta, Kerim’in gözlerinin içine, kelimelerin ardındaki feryadı duyar gibi baktı. Sadece başını eğip işi kabul etti.
Usta, ne bir aceleyle ne de bir yavaşlıkla, sanki bir ibadetin vecdi içinde çalışmaya koyuldu. Her taşı, bir nakkaş titizliğiyle yontuyor, bir derviş sabrıyla yerine koyuyordu. Kerim, haftalar süren bu inşaatı uzaktan, içindeki fırtınayla seyretti. Bir yandan örülen duvarla nefsini tatmin etmeye çalışıyor, diğer yandan ruhunun derinliklerinde bir şeylerin eksildiğini, bir boşluğun büyüdüğünü hissediyordu. Vicdanının sesi, ustanın çekiç seslerine karışıyordu.
Bir sabah, kasabadaki işlerini bitirip döndüğünde, ırmağın kenarına geldiğinde donakaldı. Karşısında, hayal ettiği gibi kör, sağır ve kibirli bir duvar yoktu. Ustanın yonttuğu taşlar, iki yakayı bir hilalin kaşı gibi birleştiren, zarif kemerli bir köprüye dönüşmüştü. O köprü, taştan ve harçtan bir yapı değil, sanki bir dua gibi, bir niyaz gibi karşı kıyıya uzanıyordu.
O şaşkınlıkla bakarken, karşıdaki evden kardeşi Halil’in koşarak çıktığını gördü. Gözleri hem mahcup hem de minnetle parlıyordu. Köprünün ortasına doğru ilerlerken haykırdı: “Ağabeyim! Demek bunca olan bitene rağmen, bu ayrılığa bir son vermek istedin. Ben kibrimden bir adım atamazken, sen aramızdaki uçuruma bir köprü kurdun. Hakkını helal et!”
Kerim, Halil’in sözleriyle kendi kalbindeki buzların nasıl çözüldüğünü hissetti. Anladı ki, usta aslında onun emrini değil, kalbinin en derinindeki hasreti duymuştu. Koşarak köprüye çıktı ve yıllardır hasret kaldığı kardeşine sarıldı. Köprünün tam ortasında, altlarından akan suyun şahitliğinde, iki kardeşin gözyaşları birbirine karıştı. O köprü, sadece iki yakayı değil, kırılmış iki kalbi, unutulmuş bir muhabbeti birleştirmişti.
Onlar, yeniden buldukları bu kardeşliğin sıcaklığıyla birbirlerine kenetlenmişken, bilge usta sessizce aletlerini topluyordu.
“Dur usta, gitme!” diye seslendiler hep bir ağızdan. “Sana verecek işimiz çok. Yanımızda kal.”
Usta, yüzünde bilgece bir tebessümle onlara döndü. Sesi, suyun şırıltısı kadar huzurlu ve berraktı: “Teklifiniz gönlümü hoş etti. Lakin benim nasibim başka kapılardadır,” dedi. “Benim sanatım duvar örmek değil, gönüller arasına köprüler kurmaktır. Bu vadiden başka, aralarına gaflet duvarları örülmüş, kalpleri birbirine hasret nice insanlar var. Varmalı, o duvarlarda bir pencere, bir kapı, belki de böyle bir köprü için bir umut olmalı.”
Ve geldiği gibi sessizce, ardında sadece taştan bir köprü değil, aynı zamanda en yıkıcı duvarların bile bir adımlık tevazu, bir avuç merhametle aşılabileceğine dair ölümsüz bir hikmet bırakarak gözden kayboldu. O günden sonra iki kardeş, ne zaman o köprüden geçseler, anladılar ki hayattaki en sağlam mimari, gönülden gönüle uzanan yolları inşa etmektir.
Hikâyeden Süzülen Bilgece Söz
- Kibrin harcıyla örülen en yüksek duvar, tevazu ile atılmış tek bir adımın gölgesinde kalmaya mahkumdur.
- Gerçek sanat, taşı yontmak değil; taş kesilmiş kalpleri yontup birbirine yol eylemektir.
- İnsan, sustuğunda sadece kelimelerden değil, haklılığının gürültüsünden de vazgeçebilirse, kalbinin sesini duyar.
- Öfkeyle bir duvar sipariş ettiğinde, aslında bir köprü için dua ediyorsundur. Bilge olan, kelimeleri değil, ruhun hasretini işitendir.
- İki yaka arasına kurulmuş en sağlam köprü, karşılık beklemeden uzatılmış bir el ve "özür dilerim" diyebilen bir gönüldür.
- Bazen en büyük kahramanlık, savaşmak değil; kendi ördüğün duvarın enkazından ilk geçme cesaretini göstermektir.
- İnsanları ayıran mesafeler değil, anlamını yitirmiş kelimeler ve katılaşmış kalplerdir.
- En büyük ustalık, dünyayı değiştirmek değil, bir insanın dünyasına dokunup oraya bir pencere açabilmektir.
- Nefret bir hapistir; affetmek ise o zindanın kapısını kendi ellerinle açıp özgürlüğe yürümektir.
- Gönül bir ırmaktır; kin ile akışını tıkama ki, hayat ve bereket getirmeye devam etsin.
Türk Gençlerine Yönelik Pratik Öneri
- "Duvar" Anını Fark Et: Bir tartışmada veya kırgınlıkta, kendini sosyal medyada birini engellerken, bir mesaja cevap vermeyi reddederken veya bir odaya kapatırken bulduğunda dur ve düşün. Bu senin "duvar örme" anındır. O duvarın seni koruduğunu mu, yoksa hapsettiğini mi sorgula.
- "Bilge Usta"yı Ara: Çözümsüz kaldığında, sadece kendi aklına veya en yakın çevrene danışma. Bazen aradığın hikmet, hiç beklemediğin bir insanın (bir esnafın, yaşlı bir komşunun, okuduğun bir kitabın) basit bir sözünde gizlidir.
- Küçük Bir Köprü İnşa Et: Haklı olduğuna inansan bile, küs olduğun birine küçük bir adım at. Bu, beklenmedik bir "Nasılsın?" mesajı, bir bardak çay ikramı veya sadece bir tebessüm olabilir. Köprünün ilk taşı budur.
- "Gönül Muhasebesi" Yap: Haftada bir on beş dakikanı ayır. Bu hafta kimi kırdın, kiminle arana görünmez duvarlar ördün? Bu duvarların harcı neydi: Gurur mu, korku mu, hayal kırıklığı mı? Sadece farkına varmak bile bir adımdır.
- İşin "Zahmet" ve "Nimet" Yönünü Gör: Kardeşler gibi, her durumun bir "tarlada çalışma" (zahmet) bir de "pazarda satma" (nimet) yönü vardır. Bir arkadaşınla veya ailende bir sorun yaşadığında, sadece kendi emeğini değil, onun da gösterdiği çabayı anlamaya çalış.
- Sessizliğin Gücünü Kullan: Bir anlaşmazlıkta hemen savunmaya geçmek yerine, birkaç saniye sessiz kal. Karşındakinin kelimelerinin ardındaki niyeti ve duyguyu duymaya çalış. Sessizlik, öfkenin sesini kısıp, vicdanın sesini açar.
- Yaptığın İşe "Sanat" Kat: Okuduğun bölüm, yaptığın staj veya iş ne olursa olsun, onu sadece bir görev olarak görme. Tıpkı ustanın köprüyü yontması gibi, işine kendi ruhundan bir imza at. Onu güzelleştir, anlam kat. Bu, yaptığın işi bir angaryadan bir ibadete dönüştürür.
- Yardım İsteğinin Ardındaki Niyeti Anla: Birisi senden mantıksız veya öfkeli bir talepte bulunduğunda, "Neden bunu istiyor?" yerine "Şu an neye ihtiyacı var?" diye sor. Kerim'in duvar isteğinin ardında, barışma hasreti vardı.
- "Ustalık" Alanını Keşfet: Usta, "Benim işim köprü kurmak," dedi. Senin hayattaki "ustalığın" ne? İnsanları güldürmek mi, organize etmek mi, dinlemek mi, güzellik yaratmak mı? Sadece para kazandığın iş değil, varlığınla dünyaya ne kattığın üzerine düşün.
- Affetmenin Bir Büyüklük Olduğunu Unutma: Affetmek, "sen haklıydın" demek değildir. "Bu kırgınlığın yükünü daha fazla taşımak istemiyorum" demektir. Affederek en çok kendini özgürleştirirsin.
Şiirle çarpan bir gönül
Gönül Köprüsü
Bir vadide iki kardeş, yaşardı bol muhabbet,
Aynı topraktan doğmuştu, o mübarek memleket.
Paylaşılan her lokma, artırırdı ülfeti,
Irmak gibi akardı, aradaki hürmeti.
Bir gün kalpler değişti, ne de hazin bir suret,
Gönül denen o yurda, gölge saldı bir kasvet.
Nefsin fısıltısıyla, doğdu kalpte bir nefret,
Küçücük bir mesele, oldu büyük felaket.
Araya girdi gurur, bitti candan sohbeti,
Sessizlik bir duvar oldu, ne yaman bir hasreti.
Ağabey yandı, kavruldu, unuttu merhameti,
Dedi: "Bu ayrılığın, bitsin artık müddeti."
Bir gün kapıya geldi, nur yüzlü bir ehl-i sanat,
Yorgun ama gözleri, saçıyordu bir hikmet.
Kerim dedi ki: "Usta, bitsin artık bu gurbeti,
Öyle bir duvar ör ki, görmeyeyim o silueti."
Usta kalbi dinledi, sezdi başka bir niyet,
Anladı ki bu öfke, aslında bir daveti.
"Peki" dedi, eğdi başını, gösterdi bir ciddiyet,
Ve işe koyuldu sabırla, ne kutlu bir hizmeti.
Öfkenin taşlarından, yaptı bir medeniyet,
Kibir için istenen, oldu bir vuslat âleti.
Kerim dönüp bakınca, gördü başka bir hayret,
Duvar yoktu yerinde, köprüydü bu ziyneti.
Kardeşi koşup geldi, bitmişti esareti,
Dedi: "Kibrime rağmen, sundun bana bir rahmeti."
Kucaklaştılar orda, buldular saâdeti,
Gözyaşları sel oldu, sildi bütün kasveti.
Usta topladı eşyasını, dedi: "Budur vazifeti,"
"Benim sanatım gönül, kurmaktır bu cemiyeti."
Kayboldu gözden yavaşça, o nurlu, kâmil zâtı,
Geriye kaldı köprü, ne muhteşem bir ibreti.
İşte budur ey yoldaş, en değerli serveti,
Sanma ki sanat taştır, en büyük sanat ülfeti.
Yıkmak için değil kalp, yapmak içindir elbeti,
Affetmektir en büyük, insani cesareti.
Sana olsun bu sözler, en değerli nasihati,
Gönül ırmağın aksın, taşırsın muhabbeti.
Kibir duvarlarını, yık da göster feraseti,
Uzat elini ilk sen, bekleme hiç mühleti.
Karanlığa kızma hiç, yak sen umut kandili,
Hayat bir imtihandır, göster gayreti.
Gelecek senin yurdun, sakın etme nedameti,
Varlığınla bu yurda, kat bir feyz, bir bereketi.
Kırılan Kalpler, İnşa Edilen Köprüler
İki kardeş yaşardı, bir vadide yürekten,
Kardeşlikleri birdi, aynı ruhtan, aynı tenden.
Rızıkları bir idi, topraktan ve emekten,
Irmak hayat verirdi, o bereketli gökden.
Bir fısıltı duyuldu, o kötü nefisten,
Ayrılık ateşi yandı, küçücük bir sözden.
Gönül bir anda döndü, o yemyeşil çimenden,
Uzaklaştı iki can, ansızın birbirinden.
Bir duvar ördüler, sessizlikten, kederden,
Ağabey pişman idi, bu onulmaz veremden.
"Keşke" diyordu artık, vakit çoktan geçmeden,
Bir çare arıyordu, bu acı, bu elemden.
Bir gün kapıya geldi, bir usta uzak elden,
Gözleri bilge bakar, haberdardı her şeyden.
Kerim dedi: "Ey Usta, anla benim halimden,
Öyle bir duvar ör ki, ayrı düşsün o benden."
Usta baktı yüzüne, anladı o nedenden,
Duvar isteği değil, bu bir feryattı derinden.
Dedi: "Sen hiç korkma, geçeriz bu tünelden,"
İşe koyuldu hemen, izin alıp kendinden.
Taşları aldı yerden, o kavgadan, o kinden,
Öyle bir eser çıktı, o usta, mahir elden.
Kerim döndü ve baktı, şaşırdı gördüğünden,
Bir köprü uzanmıştı, iki kırgın gönülden.
Kardeşi koşup geldi, o karşıki meskenden,
"Sen barış istedin ya," dedi ona içten.
Gözlerinden yaş aktı, pişmanlıktan, özlemden,
Kavuştular köprüde, kurtulup o derdinden.
Usta gülümseyerek, geçti onların önünden,
Dedi: "Görevim budur, gelmem başka bir yönden."
Kaybolup gitti sonra, bu fani âlemden,
Bir ders bırakıp gitti, hiç çıkmayan zihinden.
Alınacak en büyük, ders de budur bu halden:
Duvar kibirden olur, köprü ise gönülden.
Yıkıcı olmak kolay, zordur yapmak yeniden,
Affetmek en büyük güç, gelir o saf yürekten.
Ey genç yoldaşım şimdi, ders al sen bu öyküden,
Kötülükten vazgeç de, iyilikten, erdemden.
Vazgeçme umudundan, vazgeçme hiç kendinden,
Bir köprü ol sen de, geçilsin üzerinden.
Kin duvarı örme hiç, ne bugünden ne dünden,
Yarınları inşa et, sevgiyle ve ilimden.
Sen geleceğe yürü, güç alarak kökünden,
Bir iz bırak dünyaya, hatırlanan derinden.
Erişim Bağlantıları
Hikayenin sesli, görüntülü ve yazılı versiyonlarına aşağıdaki platformlardan ulaşabilirsiniz:
Telif Hakkı © 2025, Dr. Aladdin Ali'in orijinal metninden ilhamla, Dr. Aladdin Ali tarafından yapılan bu edebi tercüme ve yeniden yorumlamanın tüm hakları mahfuzdur. İçeriğin, kısmen veya tamamen, yazarın yazılı izni olmaksızın kullanılması, kopyalanması veya yeniden yayımlanması, bu edebi ve ilmî çalışmaya gösterilen emeğin ve fikrî mülkeyetin korunması amacıyla yasaktır.
