26. Gönül Sandığı
"Bir ömrün manası, söylenen sözlerde değil, yutulan sitemlerde ve sevgiyle örülen sabırda gizlidir. İşte bu kıssa, hayatın en büyük servetinin, öfkeyi hikmete dönüştüren bir kalbin o en mahrem köşesinde, bir gönül sandığında nasıl biriktiğini fısıldar; asıl zenginliğin kasalarda değil, kalplerde olduğunu gösterir."
Hikaye
Ahmet Bey ile Elif Hanım’ın sevdası, eski İstanbul’un cumbalı bir evinin sükûnetinde, tam altmış yıl boyunca bir nakış gibi ince ince işlenmişti. Bir ömrü aynı yastıkta demlemişler, kâhkahaları evin ahşap zemininde yankılanmış, kederleri ise birbirlerinin avuçlarında eriyip gitmişti. Aralarında sırlara yer yoktu; lakin tek bir istisna vardı. Yatak odalarındaki eski gardırobun üzerinde duran, annesinden yadigâr kalma o küçük, oymalı ceviz sandık... Ahmet Bey, Elif Hanım’ın o sandığa olan mahrem saygısını bildiğinden, bunca yıl içinde bir kez olsun “İçinde ne var?” diye sormamıştı. Gönül dediğin, kendine ait bir köşesi olmalıydı zira.
Fakat zaman, en sağlam çınarları bile yoran bir rüzgârdır. Elif Hanım’ın bedenine bir hastalık misafir oldu ve o misafir, gitmeye niyetli değildi. Hekimlerin ümidi kestiği bir akşamüstü, Ahmet Bey, bir ömür biriktirdiği anılarını, yani karısının eşyalarını toplamaya başladı. Her bir yazmaya, her bir tespihe dokunuşu, kalbine batan tatlı bir sızıydı. Gözleri, gardırobun üzerindeki o tanıdık sandığa takıldı. İçinde yıllardır uyuyan merak, şimdi usulca uyanıyordu.
Sandığı titreyen elleriyle alıp, Elif Hanım’ın yatağının başucuna koydu. Solgun yüzünde, kurumuş bir gül yaprağını اندıran bir tebessüm belirdi. “Vakti geldi, Ahmet’im,” diye fısıldadı. “Açabilirsin artık o sandığı. Helaldir.”
Ahmet Bey, küçük pirinç kilidi açarken, kalbinin bir kuş gibi çırpındığını hissetti. Sandığın kapağı aralandığında, içeriye yıllanmış bir lavanta kokusu yayıldı. İçinde, iğne oyası bir örtünün üzerine yatırılmış iki küçük bez bebek duruyordu. Bebeklerin altında ise, özenle tomar yapılmış bir miktar para vardı: yirmi beş bin lira.
Şaşkınlıkla başını kaldırdı. Elif Hanım, derin bir nefes alarak anlatmaya başladı:
“Evlendiğimiz günün sabahı, rahmetli anneannem beni kenara çekip, ‘Kızım,’ dedi. ‘Huzurlu bir yuvanın sırrı, dilini tutabilmektir. Kocana öfkelendiğin, kalbinin kırıldığı anlar olacak elbet. Sakın ola ki o anın ateşiyle dilini yakıp gönül yıkmayasın. Her öfkelendiğinde, otur, bir bez bebek dik. Hıncını iğneye, sitemini ipliğe dök. Sen sustukça, ellerin konuşsun. Öfken geçince de o bebeğe bakıp ibret alasın.’ Gözlerinde feri sönmüş bir yıldız parladı. ‘İşte o bebekler, benim sustuklarımdır, Ahmet’im.’”
Ahmet Bey’in gözlerinden iki damla yaş, altmış yıllık birikimin hülasası gibi süzüldü. İki bez bebek... Demek koca bir ömürde, karısının o melek kalbini sadece iki defa kırmıştı. “Sadece iki defa mı, Elif’im?” diye fısıldadı. Kaybının derin acısına rağmen, göğsünde tarifsiz bir sıcaklık, bir minnet duygusu yeşerdi. Ne büyük bir lütuf, ne eşsiz bir sabır ve anlayışla bezenmiş bir yoldaştı o. Kendini bildi, kibrinden utandı, karısının erdemi karşısında küçüldü de küçüldü.
“Peki ya bu para?” diye sordu, sesi boğuklaşmıştı. “Bu neyin nesi?”
Elif Hanım’ın dudaklarında, muzip ve bir o kadar da bilge bir kıvrım belirdi. Yorgun gözleriyle Ahmet Bey’e son bir ders verir gibi baktı ve o unutulmaz cümleyi fısıldadı:
“Onlar mı? Onlar da sattığım diğer bebeklerin parası, beyim...”
Elif Hanım, o gecenin seherinde ruhunu teslim etti. Ahmet Bey, ilk başta neye uğradığını şaşırdı. Kalbindeki acı dağ gibiydi, ama zihninin bir köşesinde de o son cümlenin yankısı vardı: “Sattığım diğer bebeklerin parası...”
Günler geçtikçe, Ahmet Bey durumu idrak etmeye başladı. Elif Hanım, anlaşılan o ki, sadece sabrını ve ferasetini değil, aynı zamanda gizli bir ticari dehasını da o sandığa kilitlemişti. Adamcağız, altmış yıl boyunca kendini bulunmaz Hint kumaşı sanarken, meğer karısı onun hırçınlıklarından sessiz sedasız bir servet biriktirmişti. Bu hakikat, ilk başta gururunu incitse de, sonrasında yüzünde güller açtırdı. Karısı, ölümünden sonra bile kocasının yüzünü güldürmenin bir yolunu bulmuştu işte.
Ahmet Bey, Elif Hanım’ın kırkı çıktıktan sonra, o parayla kendine çeki düzen verdi, evin eksiklerini tamamladı ve bir zaman sonra, yine kendi gibi yalnız kalmış, güler yüzlü bir hanımla tanışıp yeni bir hayata yelken açtı.
Ezcümle, bu kıssadan hanımlara çıkarılacak hisse şudur ki: Beyinizin bir kusurunu, bir öfkesini gördüğünüzde sabredin elbette, gönül yıkmayın. Oturun, bir el işi yapın; bir bebek dikin, bir kazak örün, bir resim çizin... Lakin yaptığınız o eseri bir kenara koymakla yetinmeyin. Götürün, satın. Hem öfkeniz bir sanata dönüşsün, hem de o sanat, kenarda kimsenin bilmediği bir “huzur akçesi”ne... Ne olur ne olmaz, hayat bu. Kocanızın haberi olmadan biriktirdiğiniz o parayla, yine en çok kocanızı mutlu edersiniz. Ya hayattayken ona sürprizler yaparak, ya da... Allah gecinden versin, sizden sonra kendine yeni bir hayat kurmasına vesile olarak!
Hikâyeden Süzülen Bilgece Söz
- Sükût, bazen en keskin kelimeden daha derin bir cevap, en büyük öfkeye karşı örülmüş en sağlam zırhtır.
- Öfkeni yok edemezsin, ama onu bir sanatkâr gibi işleyebilirsin. Kimi öfkesiyle gönül yıkar, kimi ise sabrıyla servet biriktirir.
- Bir insanı tanıdığını sanmak, bir okyanusun sadece yüzeyine bakıp tüm derinliğini bildiğini iddia etmektir. Herkesin içinde, en yakınından bile sakladığı bir sandık vardır.
- En büyük zenginlik, sitemi servete, acıyı sanata dönüştürebilme hüneridir.
- Gerçek sevgi, kusurları saymak değil, o kusurları sükûnetle ve hikmetle yontmaktır. İki bez bebek, binlerce tatlı kelimeden daha kıymetlidir.
- Hayat, insana en büyük derslerini en beklemediği anda, bazen bir sandığın içinden fısıldar.
- Erdem, sadece öfkeyi yutmak değil, yutulan o öfkeden yeni bir değer, bir eser üretebilmektir.
- İnsanın asıl serveti kasasında değil, sabrındadır. Biri biter, diğeri ise bittikçe çoğalır.
- Bir ömür süren vefa, söylenenlerden çok, söylenmemiş ve sineye çekilmiş şeylerin toplamıdır.
- Bazen en büyük miras, para veya mülk değil, geride bırakılan bir tebessüm, bir şaşkınlık ve hayatın ne kadar sürprizle dolu olduğunu hatırlatan bilgece bir şakadır.
Türk Gençlerine Yönelik Pratik Öneri
- Öfkeni Sanata Dönüştür: Tartışmalarda, sosyal medyada veya günlük hayatta öfkelendiğinde, hemen cevap vermek yerine dur. O enerjiyi bir şeye yönlendir: yazı yaz, spor yap, bir müzik aleti çal ya da sadece odanı topla. Öfkeni yıkıcı bir güç olmaktan çıkarıp, yapıcı bir eyleme dönüştür.
- "Gizli Sandığını" Oluştur: Elif Hanım'ın bez bebekleri gibi, senin de "şimdilik işe yaramaz" görünen bir yeteneğin, bir hobin olsun. Onu küçümseme. O senin kişisel sığınağın, stres atma mekanizman ve belki de gelecekteki en büyük gücün olacaktır.
- Sessizliğin Gücünü Keşfet: Her tartışmayı kazanmak zorunda değilsin. Bazen haklıyken bile susmak, karşıdakine verilecek en güçlü mesajdır ve seni gereksiz yıpranmalardan korur.
- Değerini Bil, Değer Üret: Yeteneklerini ve zamanını değersiz görme. Elif Hanım, sabrını ve el becerisini bir değere dönüştürdü. Sen de hobilerinden, yeteneklerinden küçük de olsa bir gelir modeli yaratmayı düşünebilirsin. Bu, özgüvenini artıracaktır.
- İlişkilerde Muhasebe Tut: Sevdiklerinle ilişkinde "kaç kez kalp kırdığını" düşün. Mükemmellik imkânsızdır ama farkındalık, seni daha iyi bir dost, evlat veya eş yapar. Gönül yapmak, gönül yıkmaktan her zaman daha değerlidir.
- Finansal Bilgelik Edin: Elif Hanım'ın "huzur akçesi" gibi, gelirinin küçük bir kısmını kimsenin bilmediği bir "acil durum fonu" olarak biriktir. Bu, gelecekteki beklenmedik durumlar için senin en büyük güvencen olur.
- Mizahı Hayatından Eksik Etme: Hayatın en acı anlarında bile, Elif Hanım'ın yaptığı gibi bilgece bir tebessüm saklı olabilir. Zorluklarla baş ederken mizahı ve hayata neşeyle bakabilme yeteneğini kaybetme.
- Büyüklerini Dinle, Kendi Yolunu Çiz: Anneannenin tavsiyesi bir hayatı şekillendirdi. Büyüklerinin tecrübelerine kulak ver, ama o tecrübeleri kendi aklınla, kendi zamanının şartlarına göre yorumla ve uygula.
- Sabırla Beklemeyi Öğren: Anında sonuç bekleyen bir dünyada, sabır en nadir ve en kıymetli erdemdir. Bir dil öğrenmek, bir projeyi bitirmek veya bir ilişkide güven inşa etmek zaman alır. Sabır, başarının mayasıdır.
- İçsel Yolculuğuna Önem Ver: Ahmet Bey, karısının sandığını açınca aslında kendi kibrini ve gafletini gördü. Zaman zaman durup kendi içine bak. Kendini ne kadar tanıyorsun? Hangi yönlerini geliştirmen gerekiyor? Kendini tanımak, en büyük keşiftir.
Şiirle çarpan bir gönül
Gönül Sandığı'ndan
Altmış yıllık bir sevdaydı, gönülleri bahtiyardı.
Huzur dolu bir yuvaydı, her köşesi yadigârdı.
Tek bir sır vardı derinde, kilitli bir ceviz sandıktı.
Elif Hanım'ın o sırrı, Ahmet Bey'e hep kapalıydı.
Bir gün hastalık gelince, evin neşesi sarardı.
O gülen yüzler solunca, umutlar sanki karardı.
Hekimler baktı, nafile, “Artık vaktidir” dedilerdi.
Ahmet Bey'in yüreğine, o an bir kor parçası vardı.
Sandığı aldı eline, başucuna usulca vardı.
Karısının solgun yüzü, son bir tebessümle ağardı.
“Vakit tamamdır beyim” dedi, “o sır artık aşikârdı.”
Titreyen elleriyle, Ahmet Bey o kilidi açardı.
Sandığın içi lavanta, iki bez bebekle doluydu.
Ve bir tomar para vardı, Ahmet Bey şaşkın kalmıştı.
“Bu bebekler neyin nesi?” diye merakla ona sordu.
Elif Hanım'ın o anda, sesi derinden geliyordu:
“Nenemden bir öğüt vardı, bu öğüt bana yadigârdı.
‘Kocana öfkelenince, dilin sükûta varmalıydı.
Kırıcı bir söz yerine, elin iğneye uzanmalıydı.
Her öfke bir bebeğe dönse, yuvan hep huzur bulurdu.’”
Ahmet Bey yaşlı gözlerle, o iki bebeğe baktı.
“Altmış yılda iki öfke…” diye kalbinden bir ses aktı.
Karısının yüceliği, gönlüne bir ışık yaktı.
“Peki, bu para neyin nesi?” diye son bir sual bıraktı.
Elif Hanım gülümsedi, bu son dersi, son kararıydı:
“Ah beyim, o para var ya… sattığım bebekler kadardı.”
Ruhu göklere uçarken, geride bir hikmet vardı.
Ahmet Bey'in şaşkınlığı, hem hüzün hem de kârıydı.
Demek ki sabır bir hazine, her anı bir sanatkârdı.
Sükûtun o derinliği, ne büyük servet yapardı.
Gördüğün sessizliğin ardında, ne gizli cevherler vardı.
Öfkeyi sanata çevirmek, en yüce hüner sayıldı.
En büyük imtihan bil ki, gönül kırmaktan kaçmaktı.
Gerçek sevgi, kusurları yontarak bir saray yapmaktı.
Hayat, en bilge dersini, en acı anda sunardı.
O sandık bir dünya idi, içinde bin ibret vardı.
Ey genç yoldaşım, bu öğüt sana bir pusula yârdı.
Seni üzen her ne varsa, içinde bir ateş yaktı.
O ateşi hınç eyleme, o ateşle sanat yapılsaydı.
O kor, senin meşalen olur, karanlıkları yakardı.
Ümitsizlik bir girdap bil, seni tuzağa salardı.
Herkesin bir sandığı var, içinde umut saklardı.
Kendi yeteneğini keşfet, o en vefalı yoldaştı.
Sabırla işle geleceği, her emek bir gün tomurcuklardı.
Yıkılma zorluklar ile, her zorluk seni onardı.
Kendi gönül sandığını, erdemlerinle doldurmalıydın.
İnan, sev ve gayret eyle, bu yol ileriye akardı.
Elif Hanım gibi bilge ol, son sözün bile bir bahardı.
Aşk Sandığı'ndan Gençliğe Sesleniş
Altmış yıl süren bir aşktı, gönüllerde bir gül açmıştı.
Sözler ırmak gibi aktı, her dem sevgiyle coşmuştu.
Sır nedir bilmezdi onlar, her şey ayan beyandı.
Yüksek rafta duran kutu, tek bir gizemdi arandı.
Kadın saygı duyardı hep, kocası hiç sormazdı.
O kutunun derin sırrı, yıllarca saklı kalmıştı.
Fakat zaman acımasız, hastalık geldi ansızın.
Gelecek bir gölge oldu, kapladı bütün bir yazın.
Doktor üzgün konuştu hep, umutlar yavaşça söndü.
Koca, karısının eşyalarını bir bir düzenledi.
Her bir eşya bir anıydı, tatlı bir hüzün sundu.
Gözü takıldı o kutuya, eski merak canlandı.
Kutuyu aldı yanına, yatağın tam kenarına.
Kadın baktı, gülümsedi, bir huzur doldu canına.
“Açabilirsin artık beyim,” dedi, titrek fısıltıyla.
Koca, mandalı açarken, bir heyecan sardı canı da.
Yumuşak iplikler arasında, iki bez bebek duruyordu.
Ve altında bir servet vardı, yirmi beş bin lira koyuyordu.
Kadın başladı anlatmaya, sesi bir an titriyordu:
“Bu bebekler var ya beyim, evlendiğimiz o ilk toydu.”
“Anneannem sırrı vermişti, mutlu yuvanın nişanıydı.
Öfke yükselince demişti, yönlendirmen gerek ânı.
Bir bebek yap her öfkeye, hayal kırıklığın işlenir.
Her dikişte o sitemin, bir nebze olsun hafiflenir.”
Kocanın gözünden yaş aktı, iki bebek mi bunca yılda?
“Sana sadece iki kez mi kızdım?” dedi bir iç sızısıyla.
Yaklaşan ayrılığa rağmen, bir sıcaklık sardı içini.
Eşi benzeri olmayan sabır, ne büyük bir sevgi biçimiydi.
“Ya bu para?” diye sordu, sesi duyguyla doluydu.
Kadının dudağında muzip bir gülümseme belirdi.
“Bu mu beyim?” diye fısıldadı, sesi artık yorgundu.
“O bebekleri satarak elde ettiğim kârımdı…”
Demek ki sabır bir hazine, öfke bir ders alınmalı.
Her zorlukta bir çıkış var, yeter ki gönül uslanmalı.
Görünenin ardındaki sırra, bazen bir ömür bakmalı.
Sevgi dilde değil, sükûtta, nice anlamlar taşımalı.
En büyük zenginlik gönüldür, ne parayla ne pulla ölçülür.
Vefa en kıymetli miras, nesilden nesile sürdürülür.
Hayat inişli çıkışlıdır, her düşüş bir kalkış demektir.
Aşk, sandıklara sığmayan, ölümsüz bir emektir.
Ey genç kalpler, bu hikaye size bir ışık tutsun.
Öfkenizi kontrol edin, diliniz baldan tatlı olsun.
Her zorlukta bir umut vardır, yeise kapılmayın sakın.
Kendi iç gücünüze inanın, geleceğe güvenle bakın.
Sırlarınızı sevdiklerinizle paylaşmaktan çekinmeyin.
Ama bazen susmak da bilgeliktir, unutmayın.
Değerlerinize sahip çıkın, sevgiyle, saygıyla yaşayın.
Hayat bir yolculuktur, her anından dersler alın.
Gönül kırmaktan sakının, her kalp bir hazinedir bilin.
Sevgiyle bakın dünyaya, her şey güzelleşir emin olun.
Umut sizin yoldaşınız olsun, hayalleriniz peşinden gidin.
Aşk sandığınız hep dolu kalsın, sevgiyle, huzurla dolsun.
Erişim Bağlantıları
Hikayenin sesli, görüntülü ve yazılı versiyonlarına aşağıdaki platformlardan ulaşabilirsiniz:
Telif Hakkı © 2025, Dr. Aladdin Ali'in orijinal metninden ilhamla, Dr. Aladdin Ali tarafından yapılan bu edebi tercüme ve yeniden yorumlamanın tüm hakları mahfuzdur. İçeriğin, kısmen veya tamamen, yazarın yazılı izni olmaksızın kullanılması, kopyalanması veya yeniden yayımlanması, bu edebi ve ilmî çalışmaya gösterilen emeğin ve fikrî mülkeyetin korunması amacıyla yasaktır.
