25. Servet Kuşunun Kanatları Altında
"Servetin gerçek sırrı nedir? Zekânın parlaklığında mı, ilmin derinliğinde mi, pazının sarsılmaz gücünde mi, yorulmak bilmez gayrette mi, yoksa atalardan kalan mirasta mı? Bu hikâye, tüm bu yolların kesiştiği, ancak çok az kişinin bulabildiği o nihai cevabı ve hakiki zenginliği anlatır."
Hikaye
Sultanahmet’in, gök kubbeyi dualarla delen minarelerinin gölgesinde, her biri kendi derdinin yüküyle eğilmiş bir kalabalık toplanmıştı. Kalabalığın içinde, adıyla müsemma Abdül Alim, zihnini binlerce kitabın bilgisiyle doldurmuş, lakin ruhundaki boşluğu bir türlü dolduramamıştı. Aklı bir elmas gibi keskin olan Zeki vardı; her soruna anında çözüm bulan, en karmaşık meseleleri bile tereyağından kıl çeker gibi halleden bu genç adam, zekâsını başkalarının servetini artırmak için kullanır, lakin kendi işinin sahibi olamadığı için arzuladığı zenginliğe bir türlü kavuşamazdı. Omuzları geniş, pazusu demirden Abdül Kavi, gücüne güvenir, lakin evindeki tencerenin kaynamayacağı korkusuyla beli bükülürdü. Alnının teri kurumayan Abdül Razzak, yorulmak bilmeden çalışır, lakin elinde kalan üç beş kuruşla kazancının bereketini sorgulardı. Ve babasından kalan hanlar hamamlarla Abdül Gani, malının çokluğuna rağmen bir gece her şeyin yok olacağı endişesiyle uyuyamazdı.
Kalabalığın ortasındaki bu derin ve sessiz sızlanışı, yüzünde zamanın hikmetini taşıyan nurani bir zatın varlığı dindirdi. Herkesin “Abdül Hakim” diye hürmet ettiği bu gönül eri, şefkatli bir tebessümle aralarında duruyordu.
Abdül Alim, endişeli bir ses tonu ve sual dolu gözlerle öne çıktı: “Ey Mübarek zat! Servetin anahtarı ilim değil midir? Bilgi, en büyük güç değil midir? Ben ki bilirim, neden rızkım dar?”
Abdül Hakim, ona sakin ve derin bir sesle cevap verdi: “Ey Abdül Alim, ilim bir nurdur, şüphesiz. Lakin o nurla yalnızca yolu aydınlatırsın. Yolda yürüyecek takati ve varılacak menzili takdir eden, Alîm olan Allah’tır. Nice âlim vardır ki ilmiyle amel etmez, o ilim kendi omuzlarında bir yüke dönüşür.”
Bu sözlerin hemen ardından, Zeki sabırsız ve keskin bir sesle araya girdi: "Ey bilge insan! İlim bir nurdur dersin, peki ya zekâ? Benim aklım, kilitli her kapıyı açan bir anahtar gibidir. En zengin tüccarlar, benim çözümlerimle servetlerine servet katarlar. Ama ben, başkasının değirmenine su taşıyan bir ırgattan farksızım. Neden bu keskin zekâ, kendi kesemi doldurmuyor?"
Abdül Hakim, yumuşak bakışlarını Zeki’ye çevirdi: “Ey Zeki! Senin zekân, şüphesiz ki paha biçilmez bir cevherdir. Lakin o cevher, başkasının tacını süsledikçe sana ne faydası olur? Zekâ, rüzgârı yakalayan bir yelkene benzer. Ama o yelkeni kendi gemine takıp, dümenine geçecek cesareti göstermezsen, seni ancak rüzgârın istediği limana götürür, kendi arzuladığın limana değil. Zekâ, tek başına bir mülk değildir; onu bir mülke dönüştüren, cesaret ve iradedir. Ve o iradeyi muvaffak kılan da Hakim olan Allah’tır.”
Bu cevap üzerine Abdül Kavi, pazularını belli ederek gür bir sesle konuştu: "Peki ya güç, ya kuvvet? Bu pazular dağları yerinden oynatır da benim sofram neden boş kalır?"
Abdül Hakim, bakışlarını o heybetli adama çevirdi ve sükûnetle dedi ki: "Ey Abdül Kavi, kuvvet de bir emanettir. Dağları yerinden oynatırsın da bir serçenin rızkını takdir edemezsin. Unutma ki en büyük kuvvetin sahibi Kavi olan Allah’tır. O dilemezse, en güçlü bilek bir kuru dala muhtaç kalır."
Söz sırası, elleri nasırlı Abdül Razzak'a gelmişti. Yorgun bir sesle fısıldadı: “Benim ne ilmim ne de kuvvetim var. Sadece alın terim var. Durmadan çalışırım, yorulmadan didinirim. Neden gayretim berekete dönüşmez?”
Abdül Hakim, şefkatle ona döndü: "Ah Abdül Razzak," dedi. "Gayret kuldan, takdir Allah’tandır. Sen tohumu ekersin, yağmuru yağdıran, güneşi doğduran Rezzak olan Allah’tır. O’na tevekkül etmeden dökülen ter, tuzlu bir sudan farksızdır, toprağa bereket vermez."
Son olarak, pahalı kaftanının içinde bile huzursuz görünen Abdül Gani konuştu. Sesi, zenginliğine rağmen taşıdığı korkuyu ele veriyordu: "Ben ne çalıştım, ne yoruldum. Mirasla zengin oldum. Ama bu servet, kalbime huzur yerine korku veriyor."
Abdül Hakim, başını anlayışla salladı: "Ey Abdül Gani, çünkü sen emanetin sahibini unuttun. Mülkün gerçek sahibinin Gani olan Allah olduğunu unuttun. O’nun izni olmadan bir yaprak bile kıpırdamazken, sen mülkü kendinin sandın. Oysa O dilerse, bir anda alır."
Bilge adam, hepsini tek tek sükûnete erdirdikten sonra, sesini bütün kalabalığa duyuracak şekilde yükseltti. Sözleri kalplere işleyen bir davet gibiydi: “Ey Allah’ın kulları! Anlayın artık! Gerçek servet; ne tek başına Abdül Alim’in ilminde, ne Zeki’nin kıvrak zekâsında, ne Abdül Kavi’nin gücünde, ne Abdül Razzak’ın gayretinde, ne de Abdül Gani’nin mirasındadır. Bunların hepsi, bir binanın taşları gibidir. O taşları bir arada tutan harç ise, her şeyin sahibi olan Allah’a tam bir teslimiyetle güvenmek ve O’nun takdirine razı olmaktır. Rızkın sırrı; ilmini O’nun yolunda kullanmak, gücünü O’nun zayıf kullarına yardım için harcamak, gayret ederken O’na tevekkül etmek ve sana verilene de, verilmeyene de şükredip razı olmaktır. İşte o an, kasanız değil, kalbiniz zenginleşir. Ve kalbin zenginliği, bitmeyen tek hazinedir.”
O gün Sultanahmet’in avlusundan dağılan kalabalığın yüzünde, artık çaresizlik değil, idrakin getirdiği bir huzur ve teslimiyetin nuru parlıyordu.
Hikâyeden Süzülen Bilgece Söz
- Servet; ne tek başına zekânın keskinliğinde, ne bilginin derinliğinde, ne de kasların gücündedir. O, tüm bu erdemlerin ötesinde, ancak basiret gözüyle sezilebilen bir sırdır.
- Geceyi gündüze katan nice yorgun beden, değirmen taşı gibi döner de nasibinde olandan fazlasını öğütemez. Çünkü rızık, sadece terle değil, takdirle de ölçülür.
- Atalardan kalan miras, çöldeki bir serap gibidir; ona güvenen, kaderin en küçük bir fırtınasında sığınaksız kalır. Gerçek sığınak, mülkün gerçek sahibine dayanmaktır.
- Akıl, güç ve gayret birer yapı taşıdır; lakin onları bir servet sarayı eyleyen harç, ancak hikmetle yoğrulmuş bir idare ve ilahi takdire duyulan teslimiyettir.
- Yetene, mahir bir ustanın elinde şekillenmedikçe, sandıkta duran işlenmemiş bir elmastan farksızdır. Değerini ortaya çıkaran, onu kullanma sanatıdır.
- Gerçek cesaret, pervasızca tehlikeye atılmak değil; kalbi O'na tevekkül etmiş bir halde, bir bilgenin adımlarıyla ve basiretiyle riskin kalbine yürümektir.
- Hayat, dersleri paha biçilmez olan sert bir öğretmendir. Onun imtihanında sabredenler, ruhlarını hataların ateşinde altın gibi saflaştırır.
- Bazen tek bir parlak fikir, sahibinin yoluna öyle bir ışık tutar ki, bin yıllık karanlığı bir anda dağıtır ve ona hiç beklemediği rızık kapılarını açar.
- Kasaları dolduran altın bir gün tükenir; ama zihinleri aydınlatan ilim, ruhu olgunlaştıran tecrübe ve gönülleri yeşerten güzel ilişkiler, tükenmeyen asıl hazinedir.
- Servetin en büyük sırrı, insanın kendi gayretini Allah’ın takdirine râm etmesinde gizlidir. Çünkü kulun planı, ancak ve ancak Kâinatın Sahibinin izniyle hayat bulur.
Türk Gençlerine Yönelik Pratik Öneri
- Tek bir dala tutunarak fırtınayı atlatamazsın. Zekânı bilgiyle, bilgini ahlâkla, gücünü de merhametle besle ki, hayatın her rüzgârına karşı dimdik durabilesin.
- Zihninde biriktirdiğin bilgiler, eyleme dökülmedikçe paslanmaya mahkûm bir hazinedir. En parlak fikri bile hayata geçirecek ilk adımı atmadıkça, o fikir ruhunda bir hayal olarak kalır.
- Hayatın ilk yenilgilerinden ürkme; çünkü her hata, ruhunu bileyen bir ustadır. Unutma ki en sağlam kılıçlar, en sıcak ateşte dövülerek şekil alır.
- Korkaklık seni kıyıda tutar, pervasızlık ise girdapta boğar. Hayat denizine açılırken hem bir kâşifin cesaretine, hem de tecrübeli bir kaptanın bilgeliğine sahip ol.
- Gerçek servetini banka hesabında değil, kurduğun sağlam dostluklarda, kazandığın güvende ve dokunduğun kalplerde biriktir. Bunlar, zamanın ve talihin asla eskitemeyeceği yegâne hazinelerdir.
- Senin vazifen, en iyi tohumu en doğru şekilde toprağa ekmektir. Ondan sonra kalbini ferah tut; çünkü yağmuru ne zaman yağdıracağını ve güneşi ne zaman doğuracağını bilen, senden daha yüce bir makam vardır.
- Sana verilmiş olan her yetenek, bir orkestranın enstrümanı gibidir. Onları ahenk içinde çalmayı öğren; çünkü en güzel melodi, tüm enstrümanların bilge bir şefin idaresinde birleşmesiyle ortaya çıkar.
- Gözünü sadece altının parıltısına dikme. Bilgeliğin ışığını, erdemin sıcaklığını ve samimiyetin lezzetini ara; zira bunlar, ruhunu ebediyen doyuracak asıl gıdalardır.
- Başarıya ulaştığında, seni oraya taşıyanın sadece kendi aklın veya gücün olmadığını hatırla. Seni ayakta tutan görünmez direkleri ve sana yol açan ilahi lütfu asla unutma.
- Hayatı bir varış noktası olarak değil, her durağında yeni bir ders öğrendiğin bir yolculuk olarak gör. Asıl zenginlik, yolun sonunda ne biriktirdiğin değil, yol boyunca nasıl bir insan olduğundur.
Şiirle çarpan bir gönül
Servet Kuşunun Kanatları Altında
Sultanahmet, Büyük Camii, bir pınar,
Başında toplanmış nice intizar.
Her bir başta ayrı bir dert, ayrı yara,
Her bir yüzde aynı sessiz bir feryat var.
“Çok bilirim,” der Abdül Alim, “neye yarar?”
Kitapların deryasında ruhu yanar.
Zeki der ki: “Zekâm her kilidi açar,
Ama kendi nasibinden daim kaçar.”
Abdül Kavi pazısıyla dağı yarar,
Lâkin kendi sofrasında hüzün kaynar.
Abdül Razzak ter döker de rızkın arar,
Yorgun düşer, kalbi her gün kan ağlar.
Abdül Gani mirasıyla bahtiyar,
Sanırsın ki hanı var, hem dolu anbar.
Ama malın gölgesinde korku yatar,
Her an her şey yok olacak diye sızlar.
Bir bilge çıkar, adı Abdül Hakim,
Bakışıyla derdi, kederi yıkar.
Der ki: “Tek kanatla bir kuş nasıl uçar?
Tek bir taşla sağlam duvar mı çıkar?”
“İlim, zekâ, kuvvet, gayret birer binar,
Lâkin harcı yoksa o duvarlar kayar.
Her biri tek başına birer rüzgâr,
Savurur da menziline geç ulaştırır.”
“Nedir o harç?” diye kalabalık sorar,
Gözler döner, bir cevabı umut arar.
Bilge der ki: “Harç, cesaret ve karar,
Hem tevekkül, hem de Hakk’a olan yârâr.”
“İradenle yelken açıp yola çık da,
Gayretinle tohumu toprağa saçar.
Ama bil ki takdir O’ndan sana akar,
Rüzgârları dilediği yöne savar.”
Bir bilge çıkar, adı Abdül Hakim,
Bakışıyla derdi, kederi yıkar.
Der ki: “Tek kanatla bir kuş nasıl uçar?
Tek bir taşla sağlam duvar mı çıkar?”
Ey genç yolcu, bu dünya bir imtihan,
Yeis seni tuzağına hep çeker.
Sakın düşme, sen gayret et, O'na inan,
Nasibini gönderir Perverdigâr.
Gerçek servet kasadaki altın değil,
Makam, şöhret, gelip geçen birer buhar.
Unutma ki en büyük, en sonsuz pınar,
Hakk’a teslim olmuş bir kalpten kaynar!
Servet Kuşunun Kanatları
Mavi kubbe gölgesinde / bir mahşer yeri vardır,
Her bir başta ayrı dertle / dolu bin keder vardır.
Rızkın sırrı nedir diye / büyük bir sual vardır,
Gönüllerde fırtınalar / koparan bir an vardır.
Abdül Alim der: Bende ilim / derya gibi derindir,
Lakin gönlüm bomboş kalmış / soframda keder vardır.
Der ki Zeki: Zekâm her bir / kilidi açan sırdır,
Başkasına saray kurar / benim evim pek dardır.
Abdül Kavi gürler: Bende / demir gibi kol vardır,
Lakin o güç yoksulluğa / yenik düşen bir kârdır.
Abdül Razzak inler: Bende / bitmeyen bir zor vardır,
Alnımın teri sel olur / bereketi pek kırdır.
Abdül Gani der: Mirasla / dolu anbarlar vardır,
Lakin kalbimde bu mülkün / korkusuyla zâr vardır.
Her birinin feryadında / aynı sessiz har vardır,
Cevabı bekleyen gözde / derin bir intizar vardır.
Abdül Hakim der: Her biri / birer yapı taşıdır,
İlim, zekâ, miras, kuvvet / hepsi O'ndan bir kârdır.
Lakin harcı olmayınca / duvarlar bî-karardır,
O harç ise Hakka iman / ve tam teslimiyet vardır.
Cesaretle, iradeyle / yoğrulmuş bir er vardır,
Tevekkülle yola çıkar / onda başka fer vardır.
Gerçek servet kasa değil / huzur dolu bir candır,
O huzur ki Hak'tan gelen / en yüce bir ikramdır.
Gayret bizden, takdir O'ndan / işte sır bu kadardır,
Kalbin zengin ise eğer / cihan sana bir yârdır.
Yeise düşme, ileri bak / umut dolu bir yâr vardır,
Servet kuşu kanadında / sana da bir yer vardır!
Erişim Bağlantıları
Hikayenin sesli, görüntülü ve yazılı versiyonlarına aşağıdaki platformlardan ulaşabilirsiniz:
Telif Hakkı © 2025, Dr. Aladdin Ali'in orijinal metninden ilhamla, Dr. Aladdin Ali tarafından yapılan bu edebi tercüme ve yeniden yorumlamanın tüm hakları mahfuzdur. İçeriğin, kısmen veya tamamen, yazarın yazılı izni olmaksızın kullanılması, kopyalanması veya yeniden yayımlanması, bu edebi ve ilmî çalışmaya gösterilen emeğin ve fikrî mülkeyetin korunması amacıyla yasaktır.
