17. Kahveye Odaklanın, Fincana Değil
Bu hikayenin kaynağı Dr. Aladdin Ali'nin "İlham Verici Hikayeler ve Büyük Anlamlar" adlı kitabıdır.
"Derler ki, insanoğlu surete meftun, kabuğa sevdalıdır. Göz, çoğu vakit dışın parıltısına kanar da, içinde saklı olan cevheri görmekte acze düşer. Bu, devranın eski bir cilvesidir elbet. Lakin insanı yalnızca gördüğünden ibaret saymak, hakikate vurulmuş en büyük prangadır. Bu yüzden arifler, dosta her dem şu öğüdü fısıldar: Suretin büyüsünden evvel, sîretin (özün) sırrına ermeye bak."
Hikaye
Vaktiyle, memleketin irfan yuvası olmuş kadim bir Darülfünun’un, vefa sahibi mezunları arasında güzel bir gelenek yeşermişti. Her kim ki o kapıdan icazet alıp hayata atılırdı, on yıl sonra, kendilerine emeği geçmiş hocalarının başında bulunan İrfan Bey’in o mütevazı hanesinde bir araya gelirlerdi. O akşam da yine, zamanın nehrinde on yıl kulaç atmış bir grup eski talebe, o tanıdık kapının eşiğinde buluştu.
İçeri girdiklerinde, evin ahşap kokusuna karışan hatıralar, her birini gençliklerinin o kaygılı ama umut dolu demlerine götürdü. Kırılgan kahkahalar, eski şakalar, imtihan sabahlarının yoldaşlığı odayı bir şenlik yerine çevirdi. Herkes, on yılda heybesine doldurduğu başarıları bir bir ortaya seriyordu. Biri büyük bir şirketin başına geçmiş, diğeri namlı bir hekim olmuş, bir başkası geniş bir aile kurmuştu. Herkesin dilinde, elde edilmiş mevkiler, kazanılmış servetler ve parmakla gösterilen bir hayatın parlak öyküsü vardı.
Ancak akşam ilerleyip de ilk heyecanlar yatışınca, o parlak zırhların altından sızan bir gönül yorgunluğu kendini belli etmeye başladı. Kahkahaların yerini, derinden gelen bir “ah” aldı. Yüzlerdeki tebessümlerin ardında gizlenen endişeler, omuzlara binen makamların ağırlığı, başarının hiç dinmeyen ve ruhu kurutan talepleri bir bir dile dökülüyordu. Herkes, tırmandığı zirvede ne denli yalnız ve nefessiz kaldığından dem vuruyordu.
Onları sükûnetle dinleyen İrfan Bey, o bilge tebessümünü yüzünden eksik etmeden yerinden kalktı. Az sonra elinde, evin içini taze demlenmiş kahvenin o huzur veren rayihasıyla dolduran bir güğüm ve yanında, görenleri hayrete düşüren bir tepsiyle döndü. Tepside, hayatın kendisi gibi, zıtlıklarla dolu bir ayna vardı sanki. El işi, nazenin bir porselen fincan, basit bir melamin kupanın yanında duruyordu. Işıltılı bir billur kadeh, kenarı hafifçe atılmış eski bir toprak kâseyle, en süslü tasarımlar ise en sade plastik bardaklarla yan yanaydı. Her biri, farklı bir hikâyenin, farklı bir nasibin temsilcisi gibiydi.
Tepsiyi ortaya koydu. Sesi, o karmaşanın ortasında bir sükûn limanı gibiydi: “Buyurun çocuklar,” dedi. “Herkes kendine bir fincan alsın.”
Bir anlık tereddüdün ardından, herkes elini uzattı. Gözler, içgüdüsel bir sezişle, en gösterişli, en albenili fincanları seçti. Kimse o yontulmuş toprak kâseye, o sade plastik bardağa elini sürmedi. Herkes elindeki parlak fincanla meşgulken, İrfan Bey’in sesi, odadaki tüm fısıltıları dindiren bir hikmetle yeniden duyuldu:
“Bir bakın ellerinizdekilere ve geride bıraktıklarınıza,” dedi yumuşak bir sesle. “Nasıl da gözleriniz en güzeline, en kıymetli görünenine kaydı. İşte efendiler, ruhunuzu yoran o yükün, kalbinizi daraltan o sızının sırrı tam da bu seçimde gizli. Sizler, kabın süsüne, dışının cilasına öyle bir kapılmışsınız ki, asıl maksadı, yani kahvenin kendisini unutmuşsunuz. Aslolan fincan mıdır, yoksa onun sunduğu sıcaklık, onun taşıdığı hatır ve muhabbet midir? Lakin siz, elinizdeki fincanın keyfini sürmek yerine, göz ucuyla hep bir başkasının elindeki daha parlak fincanı kıskanıyorsunuz.”
Odaya derin, manalı bir sessizlik çöktü. İrfan Bey’in sözleri, vaaz etmeden, yargılamadan, her birinin kalp gözüne tutulmuş bir ayna gibiydi. O an herkes, yıllardır peşinde koştuğu şeylerin aslında birer “fincan” olduğunu fark etti. Makamlar, servetler, unvanlar… Hepsi birer kaptı ve onlar, kabın güzelliğine kanıp içindeki lezzeti, yani hayatın özünü, huzuru, sevgiyi ve sağlığı ihmal etmişlerdi.
O sessiz muhasebe anında, gerginlik yerini bir teslimiyete, bir anlayışa bıraktı. Oraya, ortak dertlerine bir deva bulmak için gelmişlerdi ve o devayı, unuttukları kadim bir derste buldular: Gerçek doyum ve iç huzuru, dışarıdan gelen alkışlarda veya biriktirilen varlıklarda değil, hayatın en mütevazı nimetlerini şükreden bir gönülle kucaklayabilmekte saklıydı.
Ve o gece, her biri kendi kabının değil, içindeki sıcaklığın hatırına yudumladığı kahveyle, en büyük zenginliğin, şükreden bir kalple alınmış bir yudum huzur olduğunu yeniden anladı.
Hikâyeden Süzülen Bilgece Söz
- Gözün gördüğü en parlak fincan, gönlün aradığı sıcaklığı her zaman taşımaz. Asıl marifet, kabın cilasında değil, içindeki kahvenin hatırındadır.
- Hayat, başkasının fincanına bakarak içilmeyecek kadar kısa ve kıymetlidir. Kendi nasibinin tadını çıkaran, en büyük zenginliğe ermiştir.
- İnsanı yoran, tırmandığı yokuşlar değil, kalbinde taşıdığı kıyas yüküdür. Bu yükü indiren, en sarp yokuşları bile düz ova gibi geçer.
- Makamlar ve unvanlar, üzerine oturduğumuz sandalyeler gibidir; kalktığımızda geride kalırlar. Baki olan, oturduğumuz sürece gönüllerde bıraktığımız izdir.
- En süslü fincanlar, en kırılgan olanlardır. Hayatta da en çok parlayan şeyler, genellikle en kolay yitirilenlerdir. Huzur ise sadelikte ve sağlamlıkta gizlidir.
- Başarı, ne kadar yükseğe çıktığındır; huzur ise o yükseklikte ne kadar nefes alabildiğindir. Nefessiz bir zirve, dipsiz bir vadiden farksızdır.
- Göz doymadan gönül doymaz. Gönlü doyuran ise çok şeye sahip olmak değil, az şeye ihtiyaç duymaktır.
- İnsan, sahip olduklarının toplamı değil, vazgeçebildiklerinin ferahlığıdır.
- Herkesin imtihanı kendi fincanıyladır. Kimi süsüne aldanır, kimi çatlağına takılır. Arif olan ise kahvesini soğutmadan içmenin bir yolunu bulur.
- Hayatın sonunda sana "Ne biriktirdin?" diye değil, "Gönlünde ne götürüyorsun?" diye sorarlar. Cevabın, kahvenin sıcaklığı olsun, fincanın markası değil.
Türk Gençlerine Yönelik Pratik Öneri
O bilge hocanın sunduğu dersten yola çıkarak, günümüzün karmaşasında yolunu bulmaya çalışan genç kardeşlerime naçizane tavsiyelerim şunlardır:
- Kendi Değer Pusulanı Oluştur: Sosyal medyanın ve toplumun sana dayattığı "başarı" ve "mutluluk" tanımlarını bir kenara koy. Sakin bir zamanda otur ve "Benim için gerçekten değerli olan ne?" diye sor. Dürüstlük mü, huzur mu, aile mi, macera mı? Kendi değerlerini belirle ve kararlarını bu pusulaya göre ver.
- Kıyas Diyetine Başla: Seni sürekli olarak kendini başkalarıyla kıyaslamaya iten ve yetersiz hissettiren sosyal medya hesaplarını takipten çık. Unutma ki orada gördüğün, hayatların özenle kurgulanmış birer fragmanıdır, filmin tamamı değil.
- "Hatır Kahveleri" Biriktir: Telefonunu bir kenara bırakıp bir dostunla, bir akrabanla sadece sohbet etmek için buluş. Maksadın bir fotoğraf paylaşmak değil, bir gönül almak, bir hatır sormak olsun. Gerçek bağlar, en kıymetli servetindir.
- Şükür Defteri Tut: Her akşam yatmadan önce, o gün şükrettiğin üç küçük şeyi bir deftere yaz. Bu, bir arkadaşının gülümsemesi, içtiğin bir bardak su veya dinlediğin güzel bir müzik olabilir. Bu alışkanlık, odağını eksikliklerden var olan nimetlere çevirecektir.
- "Gönül Ustalığı"na Talip Ol: Unvan veya diploma biriktirmek yerine, tecrübe ve beceri biriktir. Bir enstrüman çalmayı öğren, bir sivil toplum kuruluşunda gönüllü ol, yaşlı bir komşuna yardım et. İnsanların gönlünde bıraktığın güzel izler, en parlak kariyerden daha kalıcıdır.
- Sadeleşme Cesareti Göster: Gardırobunu, odanı, dijital dosyalarını sadeleştir. Sana yük olan, kullanmadığın eşyalardan ve gereksiz bilgilerden arın. Azalan eşyanın, artan bir iç huzura dönüştüğünü göreceksin.
- Toprak Kâseye El Uzatmaktan Çekinme: Eğer iç huzurun orada olacaksa, daha az maaşlı ama daha anlamlı bir işi, daha mütevazı bir yaşam tarzını seçmekten korkma. Toplumun "gösterişli" bulduğu yol, her zaman senin yolun olmak zorunda değil.
- İçsel Muhasebe Molaları Ver: Haftada bir saatini kendine ayır. Sessiz bir yere çekil ve düşün: "Bu hafta beni ne yordu, ne mutlu etti? Hedeflerime yaklaşıyor muyum, yoksa sadece koşuyor muyum?" Bu molalar, yoldan çıkmanı engeller.
- Cevherini Keşfet ve Parlat: Seni sen yapan, özgün yeteneklerin ve tutkuların nelerdir? Belki güzel hikâye anlatıyorsun, belki de bitkilerle aran çok iyi. Özgeçmişine yazamayacağın bu "cevherleri" keşfet ve onlara zaman ayır. Senin asıl değerin, taklit edilemez olan bu özündedir.
- Vefa Göster: Hayat yolculuğunda sana el uzatan, yol gösteren öğretmenlerini, ustalarını ve eski dostlarını unutma. Bir arayıp hal hatır sormak, en büyük teşekkürdür. Vefa, ruhu besleyen ve insanı insan yapan en kadim erdemlerdendir.
Şiirle çarpan bir gönül
KISSADAN HİSSEYE: BİR FİNCAN HUZUR
On yıl sonra yine bir vefa güder,
Hocanın evine talebe gider.
Yıllar geçse de o dostluk süregelir,
Hatıralar canlanır, yüzler güler.
Önce kahkahayla o günler anılır,
Sonra herkes heybesini bir bir döker.
Makamlar, servetler, parlak kariyer,
Her biri övünçle başarıyı serer.
Lakin sonra yüze bir hüzün çöker,
O parlak zırhların altı görünür meğer.
"Yorulduk" der biri, diğeri ekler,
"Bu hayatın yükü omuzları büker."
Bilge hoca sükûnetle onları süzer,
İçeri bir tepsiyle sessizce girer.
Üstünde fincanlar, ne çok çeşitler,
Kristal, porselen, toprak, envai renkler.
"Buyurun" der, "birer kahve alın, beyler,"
Gözler en albenili fincanı seçer.
Sade kupalara kimse elini sürmez,
Herkes en parlağını eline çeker.
Hoca tebessümle o sırrı fısıldar,
"Derdiniz nedir, şimdi gözleriniz söyler.
Fincana daldınız, unuttunuz cevher,
Kıyasla yaşamak ömrünüzü eskitir."
O fincan dünyalık bir makam, bir yer,
Gözleri aldatan bir yaldızdır meğer.
Şan, şöhret, servettir; gelir ve geçer,
İnsanı kendine esir ediverir.
Kahve ise ömürdür, sımsıcak eser,
Sıhhat, dostluk, huzur onda yeşerir.
O, gönülden gönüle akan bir nehir,
Değerini bilene mutluluk verir.
İnsan kabın derdine ne çok emek verir,
Özü unutunca boşluğa düşer.
Mutluluğu dışarda arayan beşer,
Kendi içindeki hazineden bihaber.
Ey genç, elin kabına gözünü dikme, yeter,
Değerin, elin biçtiği kaftan değil, kendi bildiğin hüner.
Kendi yolunu çiz, kendi türkünü söyler,
Kalbinin sesini dinleyen olur muzaffer.
Kıyas defterini kapat, bu sana yeter,
Küçük nimetlere şükret, o zaman keder biter.
Bir dosta tebessüm, bir çiçeği koklamak, değer,
Anı yaşa, çünkü zaman su gibi akıp gider.
Gönül yapmaktır en büyük zafer,
Tevazu ve sevgi en keskin kılıcı yener.
Huzurla yürü, aydınlık yarınlar seni bekler,
Cevhere odaklan, suretler bir gün eskir.
FİNCANA DEĞİL, CANA İNAN
Geçerken önünden hızlıca zaman,
Aldanma surete, yollara sapan.
Yarışta yoruldun, tükendi derman,
Kıyasla kendini, kalırsın yayan.
Hey yolcu, fincana değil öze inan,
Özündür o kahve, yürekte yanan.
Fincanlar gelip geçer, bir anlık yalan,
Sıcaklık sendedir, sendendir o can.
Dostlarla toplanıp, dertleri açan,
Makamlar, şöhretler, sahte bir unvan.
Bir arif çıkagelir, bilge bir insan,
Sunar hakikati, yazılır ferman.
Hey yolcu, fincana değil öze inan,
Özündür o kahve, yürekte yanan.
Fincanlar gelip geçer, bir anlık yalan,
Sıcaklık sendedir, sendendir o can.
Bırak elindekini, başkasında olan,
Kendi toprağında yeşerir fidan.
En büyük zenginlik, huzurla dolan,
Sensin o hazine, her derde yaran.
Hey yolcu, fincana değil öze inan,
Özündür o kahve, yürekte yanan.
Fincanlar gelip geçer, bir anlık yalan,
Sıcaklık sendedir, sendendir o can.
Karanlık dağılsın, parlasın o tan,
Gayretle yürü, ey güzel canan!
Erişim Bağlantıları
Hikayenin sesli, görüntülü ve yazılı versiyonlarına aşağıdaki platformlardan ulaşabilirsiniz:
Telif Hakkı © 2025, Dr. Aladdin Ali'in orijinal metninden ilhamla, Dr. Aladdin Ali tarafından yapılan bu edebi tercüme ve yeniden yorumlamanın tüm hakları mahfuzdur. İçeriğin, kısmen veya tamamen, yazarın yazılı izni olmaksızın kullanılması, kopyalanması veya yeniden yayımlanması, bu edebi ve ilmî çalışmaya gösterilen emeğin ve fikrî mülkeyetin korunması amacıyla yasaktır.
