15. Yumurta, havuç ya da kahve mi?
Bu hikayenin kaynağı Dr. Aladdin Ali'nin "İlham Verici Hikayeler ve Büyük Anlamlar" adlı kitabıdır.
"Hayat, düz bir yol değil, yolcuyu sınayan, yokuşları ve inişleriyle sınayan bir imtihan menzilidir. Bu çetin seferde menzile varabilmenin sırrı, kalpteki imanı kuşanmakta, zorlukların fıtratın bir parçası olduğunu bilmekte ve o fırtınayı dindirecek gücün insanın kendi içinde saklı olduğuna inanmaktadır. İmanla demlenmiş bir sabır ve gayretle, en çetin imtihanlar bile birer rahmet kapısına, hem kendimize hem de aleme faydalı işler sunan birer fırsata dönüşebilir."
Hikaye
Hatun, o gün mutfağın eşiğinden içeri adımını attığında, sadece bedeni değil, ruhu da yorgun bir ordunun son neferi gibiydi. Omuzlarında sanki dünyanın yükü vardı. Hayatın sayısız cephesinde bitmek bilmeyen bir yangını söndürmeye çalışan bir itfaiyeci misali, bir alevi bastırsa bir diğeri harlanıyordu. İş yerindeki meseleler, evin bitmeyen sorumlulukları, eşinin beklentileri, çocukların her biri ayrı bir ilgi bekleyen dünyaları... Sorunlar bir an durulmuyor, baskılar bir an dinmiyordu. Neredeyse her gün, bir dertten diğerine koşarken tükeniyordu. Hayatın tadını çıkarmak, bir an soluklanmak, uzak bir hayal gibiydi. İşte o an, direncenin son kalesinin de düştüğünü hissetti. Kırık ve çaresiz bir fısıltıyla, "Artık dayanamıyorum," dedi. "Bu ateşe daha fazla karşı duramam."
Babası, yılların irfanını sükûtunda taşıyan, elleri kadar gönlü de mahir bir aşçı, kızının sesindeki o ince sızıyı işitti. Gözlerinde derin bir şefkatle ona döndü ve "Gel güzel kızım," dedi. "Gel, sana ocağın başında bir sır göstereyim."
Onu, evin kalbi sayılan ocağın önüne getirdi. Üzerinde, sanki birer sırdaş gibi sessizce duran üç parlak tencere vardı. Baba, her birine aynı ölçüde su doldurdu ve tencereleri ateşin üzerine yerleştirdi. Alevler, suyun içindeki sessizliği kaynamaya davet ederken, Hatun babasının ne yapacağını merakla izliyordu. Bir vakit sonra baba, her bir tencereye farklı bir emanet bıraktı: Birine topraktan yeni çıkmış diri bir havuç, diğerine kabuğuyla bir bütün olan bir yumurta, sonuncusuna ise bir avuç öğütülmüş kahve tanesi... Mutfakta sadece suyun fokurtusu ve bekleyişin derin sessizliği vardı. Her saniye, Hatun'a bir ömür gibi geliyordu.
Dakikalar sonra baba ocağı kapattı ve tencereleri bir bir indirdi. Önce havucu aldı; bir zamanlar ne kadar da sert ve dirençli olan o kök, ateşin karşısında yumuşamış, neredeyse şeklini kaybetmişti. Ardından yumurtayı çıkardı; dışı aynı kalsa da, dikkatlice soyduğunda, içindeki o akışkan özün kaynar suyun hiddetiyle nasıl taş kesildiğini gördü. Son olarak, üçüncü tenceredeki kahveyi yavaşça bir fincana süzdü. O an, odayı misk gibi bir koku sardı; su, artık bildiği su değildi.
Hatun, önündeki bu üç hale şaşkınlıkla bakakaldı. "Bu da ne demek şimdi baba?" diye sordu, zihni karışmıştı.
Babası tebessüm etti. "Yakından bak kızım," dedi. "Gördüğünün ardındakini de gör."
Hatun dikkatle baktı. "Havuç, yumurta ve kahve..."
Babası başıyla onayladı. "Evet, ama daha derine bak," dedi. "Her biri aynı imtihandan geçti, aynı kaynar suya girdi. Lakin her birinin tepkisi, kendi fıtratını ortaya koydu."
Yumuşamış havucu işaret etti. "Bak, havuç güçlüydü, sertti. Ama zorlukla yüzleşince zayıf düştü, direncini yitirdi ve pörsüdü. Kimi insanlar da böyledir; dışarıdan ne kadar güçlü görünseler de, imtihan ateşi karşısında erir, özlerini kaybederler."
Sonra yumurtayı eline aldı. "Yumurta ise kırılgandı. Ama zorluk onu içten içe katılaştırdı, kalbini taş kesti. Dışını bir zırh gibi korusa da, içindeki o merhamet ve letafet kayboldu. Kimi insanlar da böyledir; çileler onları zalimleştirir, kalplerini mühürler ve etraflarına karşı duyarsız bir kabuk örerler."
Nihayet, mis gibi kokan kahve fincanını kızına uzattı. "Fakat kahve çekirdekleri..." dedi, sesinde bir hayranlık vardı. "Onlar bambaşka bir iş eylediler. Onlar, kendilerini sınayan suya boyun eğmediler. Aksine, suyu değiştirdiler. Kaynar su onları yok etmek yerine, içlerindeki gizli cevheri ortaya çıkardı ve onu bambaşka, lezzetli ve canlandıran bir şeye dönüştürdü. Onlar, girdikleri suyu kendilerine benzettiler, ona kendi renklerini, kokularını ve ruhlarını kattılar."
Hatun, babasının sözlerini yüreğinde evirip çevirdi. Hayatın kaynar bir sudan farksız olduğunu anladı. Zorluklar, imtihanlar hep olacaktı. Ama insan, tıpkı kahve taneleri gibi, bu zorlukları kendini ve hatta çevresini güzelleştiren bir vesileye dönüştürebilirdi.
Gözlerinde feri sönmüş umudun yerine, yeni bir kararlılığın ışığı parladı. Artık sadece ayakta kalmak için değil, gelişmek, olgunlaşmak ve girdiği her "suyu" güzelleştirmek için gayret edecekti. Zorluklar onu ezmeyecek, bilakis içindeki cevheri ortaya çıkaracaktı.
Babasına sevgi ve minnetle baktı. "Teşekkür ederim baba," dedi. "Bana en büyük dersi verdin."
Hikâyeden Süzülen Bilgece Söz
- En çetin ateş, altını saflaştırdığı gibi, en zorlu imtihan da insanın cevherini ortaya çıkarır.
- Hayatın kaynar kazanında marifet, suyun seni eritmesi değil, senin suya kendi rengini ve kokunu katabilmendir.
- Dışarıdan ne kadar sert durursan dur, içini katılaştıran her zorluk, seni kendinden uzaklaştıran bir yenilgidir.
- Gerçek güç, kırılmaz olmakta değil, her kırılışta daha hikmetli bir şekilde yeniden birleşebilmektedir.
- Zorluklar, kimini pörsüten birer zehir, kimini ise olgunlaştıran birer iksirdir; seçimi yapan, bizzat senin iradendir.
- Değiştiremeyeceğin tek şey, imtihanın kendisidir; değiştirebileceğin her şey ise ona verdiğin tepkidir.
- En büyük zafer, dışındaki düşmanı yenmek değil, içindeki katılığı veya gevşekliği dengeye getirebilmektir.
- Kahve, suya boyun eğseydi, adı "kahve" olmazdı. Sen de zorluklara boyun eğersen, kendin olamazsın.
- Marifet, fırtınanın dinmesini beklemek değil, o fırtınada ruhunu demlemeyi öğrenmektir.
- Unutma; havuç toprağın üstünü, yumurta kabuğun dışını bilmez. İnsanı insan yapan, başına gelenlerin ötesindeki manayı görebilmesidir.
Türk Gençlerine Yönelik Pratik Öneri
- Zorlukları "Veri" Olarak Görün: Karşılaştığınız her sorunu (sınav stresi, iş bulma kaygısı, sosyal baskılar) sizi eriten bir ateş değil, zayıf yönlerinizi gösteren ve geliştirmeniz gereken alanları işaret eden bir "veri" olarak kabul edin.
- "Kahve Etkisi" Yaratın: Bulunduğunuz ortama (okul, iş yeri, arkadaş çevresi) sadece uyum sağlamakla kalmayın, oraya pozitif bir değer katın. Bir proje başlatın, bir soruna çözüm üretin, yapıcı ve birleştirici olun.
- Kırılganlığınızı Tanıyın: Yumurta gibi dıştan sert bir imaj çizip içten içe katılaşmak yerine, zayıf ve hassas olduğunuz konuları kabul edin. Yardım istemekten veya "yoruldum" demekten çekinmeyin. Bu, insan olmanın bir parçasıdır.
- Esnekliğinizi Geliştirin: Havuç gibi tek bir doğruya veya plana körü körüne bağlanmayın. Hayat planlarınızı değiştirdiğinde pörsümek yerine, yeni duruma adapte olacak esnekliği gösterin. B planınız daima olsun.
- Sorumluluğu Üstlenin: Başınıza gelenler için başkalarını veya şartları suçlamak yerine, "Bu durumda ben ne yapabilirim?" sorusunu sorun. Tepkinizin kontrolü daima sizdedir.
- "Mikro Gelişim" Alışkanlığı Edinin: Her gün, sizi kahve gibi "dönüştürecek" küçücük bir adım atın. Bu, bir sayfa kitap okumak, yeni bir kelime öğrenmek veya bir yeteneğinizi 5 dakika pratik etmek olabilir.
- Sükûnet Anları Yaratın: Hayatın kaynar kazanı içinde kendinize ait dingin anlar yaratın. Bu, günde 10 dakika sadece nefesinizi dinlemek, dua etmek veya sevdiğiniz bir müziği gözleriniz kapalı dinlemek olabilir.
- Çevrenizi Gözden Geçirin: Etrafınızdaki insanlar sizi havuç gibi eritiyor mu, yumurta gibi katılaştırıyor mu, yoksa kahve gibi potansiyelinizi ortaya mı çıkarıyor? Enerjinizi tüketen ilişkilerden uzaklaşın.
- Sabrı Bir "Süreç" Olarak Görün: Sabır, pasif bir bekleyiş değil, aktif bir gelişim sürecidir. Tıpkı kahvenin demlenmesi gibi, hedeflerinize ulaşmanın da bir "olgunlaşma" süresi gerektiğini kabul edin.
- Hikayenizi Anlatın: Başarılarınız kadar başarısızlıklarınızı da birer derse dönüştürün. Deneyimlerinizi paylaşarak hem kendiniz için anlamlandırın hem de başkalarına ilham verin.
Şiirle çarpan bir gönül
ÜÇ HÂL, BİR İMTİHAN
Bir kız vardı, kalbi gamla perîşân,
Dedi: "Baba, kalmadı bende dermân.
Hayat denen bu yük pek geldi girân,
Artık tükendi sabrım, geçti her an."
Bilge baba yaklaştı hemen o an,
Dedi: "Gel, ibret vardır ey güzel can!
Ocağın başına gel, vardır imtihân,"
Üç tencere sundu o kâmil insan.
Üçü de kaynıyordu, ateşi yaman,
Birine kök havucu bıraktı o an.
Birine yumurtayı saldı o sultan,
Sonuncuya kahveyi kattı babacan.
Vakit doldu, ateşten alındı kazan,
Havuç pörsümüş, gitmiş o şeref ü şan.
Yumuşayıp ezilmiş, kalmamış nişan,
O sertliği kaybolmuş, olmuş perîşân.
Yumurta dıştan aynı, sanki bir cihân,
Lakin içi katılaşmış, kalbi bir zindan.
O nazenin yapısı olmuş pek yaman,
Kırılganlığı gitmiş, kalmamış o can.
Fakat bak kahveye, o başka bir şan,
Cevherini suya katmış, eylemiş ihsan.
Suya renk, koku vermiş, olmuş armağan,
Değiştirmiş suyu, olmuş bir sultan.
Kız anladı o sırrı, aydınlandı o an,
Gözlerinde parladı yeni bir umman.
Babasına sarıldı, dedi: "Ey babam can,
Dersimi aldım senden, kalmadı güman."
Hayat denen bu kazan, kaynıyor zaman,
Her bir ruh sınanıyor, böyledir ferman.
Çile suyu herkese aynıdır, inan,
Fıtratlar orada olur hep ayân.
Kimi vardır ezilir, yitirir o şan,
Kimi taş kalp kuşanır, olur bir yaman.
Erdem ise kahve gibi olmaktır her an,
Girdiği her mekâna bir değer katan.
Zorluk seni eritmesin, ey şanlı civan,
Ne de katılaştırsın, eylemesin zindan.
Mesele, çileyi rahmete döndürmektir inan,
İşte o vakit olursun kâmil bir insan.
Ey asil Türk genci, dinle bu destan,
Sende saklı bir cevher, şanlı bir umman.
Sakın havuç ol da olma perîşân,
Ne de yumurta ol, kalbi bir zindan.
Sen kahve ol, ufkunu açsın Yaradan,
Tarihinden güç alıp yazılsın destan.
Vatanına, milletine ol bir armağan,
İçindeki o ruhla aydınlansın cihan!
KAZANDAKİ CEVHER
Bir kız geldi babasına, kalbi perişan,
Dedi, “Baba yoruldum, kalmadı derman.”
“Hayat ateş çemberi, her yanım yalan,
Taşıyamam bu yükü, tükendi bu can.”
Baba bir bilge gibi, şefkatli insan,
Dedi, “Gel yanıma gel, ey nazlı civan.
Sana bir sır vereyim, dinlersen o an,
Ocağın başında olur her şey ayan.”
Üç tencere koydu da ateşi yanan,
Su aynı, ateş aynı, aynıydı zaman.
Bu sessiz dergâhta sır vardı nihân,
Anlayana her zerre olur bir lisan.
Birine kök havucu attı o yaman,
Diğerine yumurta, kahve de o an.
Sabırla beklediler, geçti bir zaman,
Her birinin hali oldu bir beyan.
O sert havuç yumuşamış, kalmamış nişan,
Gücünü yitirmişti, olmuştu viran.
Yumurta katılaşmış, olmuş bir zindan,
Kabuğu aynı kalsa da, içi pek yaman.
Fakat o kahve tanesi, ey cana can katan,
Rengini suya salmış, olmuş armağan.
Koku sardı her yanı, değişti mekan,
Su artık su değildi, olmuştu umman.
Baba dedi, “Bak kızım, aynıdır imtihan,
Farkı yaratan sensin, ey güzel insan.
Herkes kendi özünü gösterir o an,
İşte budur varlığın sırrına burhan.”
Kimi havuç gibidir, zorlukta solan,
Dıştan güçlü görünür, içten dağılan.
Azıcık ateş görse, olur pür-efgân,
Özünü kaybeder de kalır nâgehân.
Kimi yumurta misali, kalbi katılaşan,
Çilenin tokadıyla hırçınlaşan, yaban.
Merhameti unutup, olur bir hayvan,
Zırhının ardına saklanır her zaman.
Ama kâmil insan odur, kahveye yârân,
Girdiği her bir derdi, rahmete yoran.
Zahmeti nimete, kahrı lütfa sayan,
Cevherini suya katıp, değer yaratan.
Ey Türk genci, bu sırrı anla ve uyan!
Ne kök gibi ezilip ol bir perişan,
Ne yumurta misali taş kesil her an,
Senin mayanda gizlidir ulu bir destan.
Sen kahve ol, değiştirsin seni sınayan,
Karanlığı nurunla aydınlığa boyan.
Varlığınla aleme ol bir armağan,
Zorluk senin elinde olur bir ferman.
Gayret senin, himmet senin, senindir meydan,
Atandan miras sana, bu kutlu vatan.
Öyle bir iz bırak ki, ey şanlı civan,
Asırlar sonra bile okunsun destan!
Erişim Bağlantıları
Hikayenin sesli, görüntülü ve yazılı versiyonlarına aşağıdaki platformlardan ulaşabilirsiniz:
Telif Hakkı © 2025, Dr. Aladdin Ali'in orijinal metninden ilhamla, Dr. Aladdin Ali tarafından yapılan bu edebi tercüme ve yeniden yorumlamanın tüm hakları mahfuzdur. İçeriğin, kısmen veya tamamen, yazarın yazılı izni olmaksızın kullanılması, kopyalanması veya yeniden yayımlanması, bu edebi ve ilmî çalışmaya gösterilen emeğin ve fikrî mülkeyetin korunması amacıyla yasaktır.
