6. Kıyıdaki Adam ve postacı
Bu hikayenin kaynağı Dr. Aladdin Ali'nin "İlham Verici Hikayeler ve Büyük Anlamlar" adlı kitabıdır.
"Asla umudunuzu kaybetmeyin ve pes etmeyin. Çünkü zorluğun ardından kolaylık, karanlığın ardından da nur vardır. Yaşadığınız en karanlık anlarda bile Allah size gece gökyüzünde parlayan yıldızlar gibi altın fırsatlar sunar. Bu fırsatlar öğrenme, değişim veya Allah'a daha yakın olma fırsatı gibi farklı şekillerde karşınıza çıkabilir. Önemli olan bu fırsatları kollarınızı açarak karşılamak ve onları birer gök hediyesi olarak görmektir."
Hikaye
Ruhumun kıyılarına vuran dalgalar, yüzüme çarpan serin su zerrelerinden daha haşindi o gün. Taş bir bankın yalnızlığında otururken, içimdeki fırtınanın uğultusundan başka bir şey duyamaz olmuştum. Şirketim kapılarını kapatmış, beni işsiz ve savunmasız bırakmıştı. Altı uzun yılın emeği olan doktora tezim, şimdi bir yük, kaybolan tutkumu hatırlatan bir hayalet gibiydi. Zihnimde bir hayalet gibi dolaşan, ilmimin mürekkebi kurumuş bir tomar kâğıda dönen onca senelik gayretim, şimdi sırtımda ağır bir yüktü. Eşimin yaklaşan doğum haberi içimi sevinçle doldursa da, maddi endişelerin gölgesi bu sevinci gölgeliyordu. Sağlık faturaları, çocukların okul masrafları, ödenmemiş kira ve yaklaşan tahliye tehdidi beni bunaltıyordu. Daha birkaç ay evvel, kendimi hayatın zirvesinde hissederken, şimdi altımdan çekilen bir seccadeyle boşluğa düşmüş gibiydim.
Kendi derdime o denli gömülmüştüm ki, gafletimin perdesi, yanı başımdaki bankın ucunda olup biteni görmeme mâni olmuştu. Orada, elinde eski meşin bir heybe taşıyan, yüzünde zamana meydan okuyan bir tebessümle oturan nurani bir zât vardı. Heybesini önüne açmış, içindeki çeşit çeşit zarflar, adeta bir rahmet pınarından dökülürcesine etrafa yayılmıştı. O, sarsılmaz bir sükûnetle gelip geçeni seyrederken, yanına yaklaşanlar hiç tereddüt etmeden, sanki ezelden hakları olanı almanın o sükûnet dolu teslimiyetiyle ellerini uzatıyor ve birer zarf alıyorlardı. Ne bir isim soruluyor, ne bir adres söyleniyordu. Sessiz bir alışverişti bu; kelimelerin kifayetsiz kaldığı, saf bir itimadın ve rızanın manzarasıydı.
Bu zât kimdi? Bu mektuplar nereden geliyor, kime gidiyordu? Zihnimde bu sorular dönüp duruyordu. Lakin asıl aklımı kurcalayan, insanların hiçbir kimlik ispatına gerek duymadan, bu kadar gönül rahatlığıyla o zarfları nasıl kabul ettikleriydi.
Heybesindeki son zarf da sahibini bulana dek, bu esrarengiz sahneyi hayretle izledim. O nurani zât, vazifesini tamamlamanın huzuruyla tebessüm etti, heybesinin ağzını kapadı ve beni derin bir şaşkınlık içinde bırakarak yavaşça uzaklaştı. Dudaklarımdan istemsizce bir homurtu döküldü: "Ne garip bir adam," diye mırıldandım. "Böyle nasip dağıtmakla, yakında o da benim gibi işsizler safına katılır." Bu sığ düşüncem, kendi halimin ne denli acınası olduğunun bir başka kanıtıydı aslında.
Ben, bu akıl sır erdiremediğim zâtın ardından düşüncelere dalmışken, gözlerinde denizin değil, zamanın bilgeliğini taşıyan pîr-i fâni bir ihtiyar yanımda durdu. Benim şaşkın ve bir o kadar da küçümseyen halime şahit olmuştu anlaşılan. Yumuşak bir sesle sordu:
"O zâtın kim olduğunu, getirdiği müjdeyi fark edebildin mi evlat?"
Hâlâ olayın sarsıntısıyla, "Hayır," diye cevap verdim. "Mektup dağıtıp adına da şans diyen, aklı kıt bir adamdı sadece."
İhtiyar, acı bir tebessümle başını iki yana salladı. "Hayır," dedi. "O, 'Nasip Postacısı' idi. Elini uzatma himmetini ve cesaretini gösteren herkese, nasibinde ne varsa onu sundu. Kimi bir teselli buldu o zarfta, kimi bir imkân, kimi de bir sabır tavsiyesi... Lakin sen," dedi ve bakışları daha bir derinleşti, "sen, kendi derdinin hapishanesine o denli kilitlenmiştin ki, yanı başına gelen lütfun farkına dahi varamadın. Gözünün önündeki fırsata karşı kör bir seyirci kalmayı yeğledin."
O pîr-i fâninin sözleri, ruhumda derin bir yara açtı. O an, utancın ve pişmanlığın ağır örtüsü üzerime çöktü. İşte orada, çaresizliğimin tam ortasında, nasip ayağıma kadar gelmişti. Lakin ben, kendi derdimin dumanıyla körleşmiş, elimi uzatmaktan bile aciz kalmıştım. Belki de o zât divane değildi; asıl divane olan, kendi derdini âlemin en büyük derdi sanan, bu yüzden de rahmetin en beklenmedik tecellilerini göremeyen bendim. O, en karanlık anlarda bile nasibin en umulmadık suretlerde gizlendiğini ve onu alıp kabul edecek kadar alçakgönüllü ve cesur olanları beklediğini hatırlatan sessiz bir muallimdi.
O günden sonra, okyanus kıyısındaki o bankta yaşadığım o anı hiç unutmadım. O zarfların içinde ne vardı, ne yazıyordu, belki de hiç bilmeyeceğim. Lakin bana ondan daha paha biçilmez bir ders verdi: Fırsatlar ya da nasip dediğimiz şey, her daim yanı başımızdadır. Bazen onları görebilmek için sadece kederin ve kibrin perdelerini aralamak, farklı bir gözle, bir gönül gözüyle bakmak gerekir.
Artık biliyorum ki, zorluklar karşısında yeise kapılmak yerine, denizin engin ufku gibi her zaman yeni imkânların bulunduğuna inanmak gerek. Ve en mühimi, insanın en büyük imtihanının, yanı başına kadar gelen nasibi görecek basireti ve onu kabul edecek tevazuyu gösterebilmesi olduğunu anladım. Çünkü en karanlık fırtınalardan bile selametle çıkmanın yolu, el uzatacak cesareti kendinde bulmaktan geçiyordu.
Hikâyeden Süzülen Bilgece Söz
- Kendi derdinin zindanına hapsolan, yanı başındaki hazinenin anahtarını göremez.
- Nasip, bir yağmur gibi her yere yağar; lakin ondan faydalanmak, kalbi bir çanak gibi açık tutanlara mahsustur.
- İnsanın en büyük körlüğü, ümitsizlik anında sadece kendi karanlığına bakmasıdır. Oysa rahmetin güneşi, her an doğmaya hazırdır.
- Başkasına "divane" diyenin aynası, çoğu zaman kendi gafletini yansıtır.
- Hayat, elini uzatana nasibini sunar. Kollarını kavuşturup bekleyen ise sadece kendi gölgesini kucaklar.
- En büyük imtihan, varlıkta şımarmamak, darlıkta ise yeise kapılmamaktır. İkisinin ortasındaki denge, basiretin ta kendisidir.
- Bazen en büyük fırsatlar, en sade ve en beklenmedik kılıklarla gelir. Onları tanımak için akıl değil, gönül gözü gerekir.
- Şikâyet, insanı kendi hapishanesinin gardiyanı yapar. Tevekkül ise o zindanın kapılarını açan yegâne iradedir.
- Geçmişin yükü ve geleceğin kaygısı, bugünün lütfunu görmeyi engelleyen birer perdedir.
- Nedamet (pişmanlık), gaflet uykusundan uyanışın ilk ve en kıymetli adımıdır.
Türk Gençlerine Yönelik Pratik Öneri
- Görüş Alanını Genişlet: Kariyerinde, eğitiminde veya özel hayatında bir zorlukla karşılaştığında, kendini sadece soruna odaklama. Başını kaldır, etrafına bak. Konuştuğun insanlar, okuduğun bir kitap veya katıldığın bir etkinlik, sana beklemediğin bir kapı aralayabilir.
- "Nasip Postacısı"nı Fark Et: Fırsatlar her zaman resmi bir iş ilanı veya beklenen bir telefonla gelmez. Bir arkadaşının "hadi gel şuraya gidelim" demesi, bir hocanın tavsiyesi veya ilgini çeken bir sosyal sorumluluk projesi, senin "nasip zarfın" olabilir. Meraklı ve açık ol.
- Yargılamak Yerine Anlamaya Çalış: Sana "saçma" veya "garip" gelen yeni fikirlere, projelere veya insanlara karşı hemen duvar örme. Sahildeki adam gibi "divane" diyerek kestirip atma. Önce anlamaya çalış; her garip görünenin ardında bir hikmet saklı olabilir.
- Elini Uzatmaktan Çekinme: Bir projeye dahil olmak, birine yardım teklif etmek, bir konuda soru sormak veya bir işe başvurmak için mükemmel anı bekleme. Tereddüt, en büyük fırsat katilidir. Cesaretle elini uzat.
- Gönüllü Muhasebe Yap: Düzenli olarak kendi iç dünyana dön. "Neredeyim, ne yapıyorum, hangi dertler beni kör ediyor?" diye kendine sor. Bu içsel muhasebe, gaflet perdelerini aralamanı sağlar.
- "Kör Seyirci" Olma: Hayatının veya toplumun gidişatına sadece bir seyirci kalma. Sorumluluk al, inisiyatif kullan. Pasiflik, insanın potansiyelini çürüten bir pas gibidir.
- Akıl Hocaları Edin: Hikâyedeki "ihtiyar" gibi, hayat tecrübesi olan, sana ayna tutabilecek, bilge ve güvendiğin insanlarla bağ kur. Onların bir sözü, senin yıllarca göremeyeceğin bir gerçeği aydınlatabilir.
- Düşüşü Tekâmül Fırsatı Bil: Başarısızlık veya düşüş, son değildir. Tıpkı sahildeki adam gibi, hayatının en zor anı, en büyük uyanışının başlangıcı olabilir. Bu "imtihan" anlarını, kendini tanıma ve olgunlaşma fırsatı olarak gör.
- Şükran ve Rıza Egzersizi Yap: Her şey kötü giderken bile sahip olduğun küçük şeyleri fark etmeye çalış. Bu, şikâyet zihniyetinden çıkıp "rıza" haline geçmeni kolaylaştırır. Mevcut duruma rıza göstermek, teslim olmak değil, önünü daha net görmek için zihni sakinleştirmektir.
- Sessizliğin Sesini Dinle: Sürekli gürültü ve meşguliyet içinde fırsatların fısıltısını duyamazsın. Bazen durup, sahildeki adam gibi sadece oturup, etrafı ve içini dinlemek gerekir.
Şiirle çarpan bir gönül
Uyanış Şarkısı
Soğuk bir taş bankta / denize bakan yandan,
Dalgalar vururdu / bitmeyen isyandan.
Tuzlu, serin bir yel / eserdi o yandan,
Ufuk gri bir çizgi / görünmez dumandan.
Kalbi bir mengeneydi / dinmeyen buhrandan,
Ruhu yorgun düşmüştü / bu ağır imtihandan.
Bomboş bakıyordu / geleceğe camdan,
Ümidi kesilmişti / yarın olacak andan.
Kapı kapanmıştı / o eski devrandan,
Tezi bir anıttı / zayi olan zamandan.
Kira, faturalar... / Korkardı her plandan,
Evlat müjdesi bile / dert olmuştu candan.
Bir postacı gördü / tebessümlü candan,
Nasibi dağıtırdı / herkese o andan.
Adam baktı ona / kibirli bir yandan,
Dedi "divanedir bu, / habersiz dünyadan."
Postacı gidince / nur yüzlü bir candan,
Bir ihtiyar sordu / geçtiği o yandan:
"Tanıdın mı?" dedi, / "o geçen adamdan?
O lütuftu," dedi, / "Yüce Yaradan'dan.
Sen kör baktın amma / kendi isyanından."
Ey yolcu, sen de ders al / bu acı pişmandan,
Kendi derdin perdedir / yanı başındaki şandan.
Kalp gözünü aç da bak / her zaman, her yandan,
En büyük hazine, / uyanmaktır o andan!
Elini uzat korkusuz / sana her bir yandan,
Seyirci kalma hayata / ders çıkar bu andan.
Danış bir bilge gönle / vazgeç o isyandan,
Bırak yargıyı, anla / bakınca her candan.
Kendi derdini dağ sanma / kurtul o dumandan,
Düşüş bir olgunlaşma / geç bu imtihandan.
Şükür ve rıza ile / çıkılır buhrandan,
Geçmişe takılma hiç / ders al o zamandan.
Sahildeki Adam ve Nasip Postacısı
Ufka umutla bak / sen de aynı sevdayla,
Deniz sonsuz imkân / fısıldar dalgayla.
O sahile bir can / oturmuştu tasayla,
Rüzgâr dokunurdu / şefkatli bir layla.
Gönlü bir an unutmuş / parlayan o ayla,
Sarmalanmış ruhu / boş bir kuruntayla.
Sanmış ki bu karanlık / sürecek her anıyla,
Barışmayı unutmuş / kendi öz canıyla.
Geçmişin gölgesi / gelmişti alayla,
Umutlar bağlanmıştı / incecik bir yayla.
Sınanırdı o ruh da / bu çetin olayla,
Savrulup duruyordu / bitmeyen bir sayıyla.
Bir nur yüzlü belirmiş / tatlı bir edayla,
Gönüllere sunardı / kısmeti duayla.
Adam baktı şüpheyle / anlamsız bir sanıyla,
Ölçtü kendi aklıyla / daracık bir payla.
Bir bilge can yaklaştı / tatlı bir merhabayla,
"Gördün mü?" dedi, "Lütfu / o geçen manayla?"
"O kalplere şifaydı / sunduğu o payla,
Sen baktın da görmedin / kör olmuş tasayla."
Ey dost, hayatı sen de sev / coşkun bir sevdayla,
Karanlığa ışık yak / bitmeyen bir gayretle.
Yürü, yolcu, yoluna / umutla, imanla,
Gönlünü bir ayna yap / parlasın o ayla!
Erişim Bağlantıları
Hikayenin sesli, görüntülü ve yazılı versiyonlarına aşağıdaki platformlardan ulaşabilirsiniz:
Telif Hakkı © 2025, Dr. Aladdin Ali'in orijinal metninden ilhamla, Dr. Aladdin Ali tarafından yapılan bu edebi tercüme ve yeniden yorumlamanın tüm hakları mahfuzdur. İçeriğin, kısmen veya tamamen, yazarın yazılı izni olmaksızın kullanılması, kopyalanması veya yeniden yayımlanması, bu edebi ve ilmî çalışmaya gösterilen emeğin ve fikrî mülkeyetin korunması amacıyla yasaktır.
